Türkiye’ye Göç
Türkiye Batılı oldu mu?
Batı’nın hangi değerlerini içselleştirdik?
Bu sorunun cevabı farklı cephelerden, farklı şekillerde verilebilir. Pozitivizmin çocuğu bilinçli, bilimsel ırkçılık Anadolu’ya yabancı bir kavramdır. Vakta ki Türk eğitim sistemi pozitivizmi sosyolojiye radikal şekilde soktu, Türk misafirperverliği, farklılıklarla ahenk içinde birarada yaşama felsefesi hızla zemin kaybetmeye başladı.
Yoklukta ekmeğini paylaşan köylünün yaşam tarzı ve felsefesinde dayanışma ve misafirperverlik vardı.
Kapitalist Ulus Devletin artık yüzde 93 şehirli, ferdiyetçi nüfusu maddiyatçı yaşam mücadelesinde ekmeğini paylaşmak istemiyor.
Nüfus burjuvalaştıkça ırkçılaşıyor.
Nefrete dayalı siyasi ortam da radikal tercihleri körüklüyor, mantıksız parti politikaları bile insanlığa ve ulusal çıkarlara zarar verse de ahlaksızca desteklenebiliyor.
Çarpık, çocuğu aslına, onun ötesinde kendine yabancılaştıran, hatta kendinden ve toplumundan nefret etmesine yolaçan eğitim sistemi neticesinde Türk gençleri vatanından soğuyup geleceğini yabancı diyarda ararken, Orta Asya, Orta Doğu ve Afrika gençleri Türkiye’yi ümit ışığı ve ekmek kapısı olarak görüyor, ona hevesle sarılıyor. Türkiye onlar için bir zamanların Amerika’sı gibi aydınlık gelecek vaad ediyor.
İnsanların dinini yoketttiğinizde onları istediğiniz kalıba sokabilirsiniz. Türk gençliği dinden ve tarih bilincinden uzaklaştıkça meçhul kalıplara girebilir, ülkeyi terkedebilir, kalırsa ırkçılığa da kayabilir. Asimilasyon’da dikkate alınması gereken ciddi bir faktör dindir. Türk gençliği giderek kendisine yabancılaşırken, Orta Asya’dan gelen Türk bir nesilde kolayca asimile olabilir, hatta ”Ben karışmamış has Türk’üm” latifesiyle yeni vatanına yapışabilir. Orta Asya’dan Anadolu’ya modern göç, akamete uğramış tarihi trenddir. Örselenmiş Anadolu Türklüğüne taze kan, milli aşıdır. Anadolu’daki etnik ve mezhebi oranların ahenkli, tabii dengesi çok ince, hassas multidisipliner akademik araştırmalar neticesinde göçler ile ayarlanabilir.
Müslüman göçmenlere gelince, onlar da bilemedin iki üç nesilde asimile olabilirler. Şu anda bile Arapçayı unutan Suriyeli masum çocuklar var ülkemizde. Onlar artık bu milletin ferdidir, Türk çocuklarıdır. Siyasiler en azından bu masumları hatırlamalıdır ırkçı söylemlerinde.
Göçmen düşmanlığı yapan siyasetçi ve diğerlerine, Avrupa ırkçılarının Türk karşıtı söylemlerini havi kitaplar Türkçeye çevrilerek okutulmalı, empatiye davet edilmelidirler. Keza din ve kültürümüzdeki Ashab – Muhacir felsefesi de ciddi şekilde ruhlara verilebilmelidir.
Avrupa tecrübemi sunmak isterim, Almanya yabancı işçilerin yerleşimi konusunda gettolaşmayı önleyememiştir. Avusturya ise yabancı işçileri Avusturyalıların arasına serpiştirmede daha başarılı olmuştur. Bu örnek Türkiye’nin göçmen politikası için ışık tutabilmelidir.
Keza Avrupa’dan örnek, bir suç işlendiğinde suçlunun dini veya etnik kökeni vurgulanmaz. Ülkemiz bu konularda acemi olduğundan, basınımız Avrupa’dan daha ırkçı konuma düşer haberlerde.
Göç, Batı’nın dünyanın başına bela ettiği bir sorundur. Askeriyle istila ettiği, istikrarsızlaştırdığı, sömürdüğü ülkelerdeki çaresiz insanların yerlerinden edilmesi sorunudur. Belki olayın özü şu şekilde ortaya konulabilir; Batı askeri geri ülkeyi istila ediyor, geri ülkenin açları da Batı’yı istila ediyor. Arada olan Türkiye gibi ülkelere oluyor.
Yine bir örnekleme, New York, göçmenlerin tarihi giriş kapısıdır. Önce o şehirde yığılma olur, sonra içerilere yayılma olur. İstanbul da aynı süreci yaşıyor. Asimilasyon ve entegrasyon süresine göre içeri yayılma zaman alacaktır. Ancak Suriyeli nüfusu Güney illerinde anormal orantılar yaratmıştır. Çözüm İstanbul’a kaçanları o illere geri itmek değil, daha kolay geçiş süreci yaşayabilecekleri metropoliten ortamlarda kalmaları şıkı değerlendirilmelidir.
Orta Asya nüfus azalma sorunu yaşamakta, Türkiye dahil, dışarı beyin göçü vermekte. Türkiye bir yandan taze kan alırken, diğer yandan da o ülkeleri tenhalaştırmama önlemleri konusunda bilimsel hesaplar yapmalıdır.
Şikago’daki görevim sırasında göçmenler konusunda önemli bir kitap okumuştum. ”Immigrants. Your Country Needs Them”. Göçmen, yeni geldiği yerde kaybedeceği birşeyi olmayan, sahipsiz, korumasız, yalnız, başarmaya, hayatta kalmaya mahkum insandır. O nedenle yerliden çok daha fazla çaba göstermek, çalışmak zorundadır. Amerika’yı yücelten de bu psikolojidir.
Göçmen akımı önce fakirlerle başlar. Zenginler kısa sürede zengin ülkelere geçerler. Fakat zamanla hem göçmenler arasından fırlayan kabiliyetler, hem de onları gören yeni orta halli göçmenler üretim ve ihracatla yeni ülkelerine katkıda bulunmaya başlarlar. Aralarından akademisyen ve yaratıcı beyinler çıkar, farklılıklarıyla yeni ülkelerine daha önce düşünülmemiş imkanlar sunarlar.
Eğitim, bir başka göç alanıdır. Avustralya Lisans veya Lisans üstü eğitim alan yabancı öğrencilere iki yıl çalışma izni, sonra da vatandaşlık imkanı sunar. Yabancı ülkelerin yetiştirip Avustralya’ya milyonlarca dolar eğitim masrafı ödedikleri beyinleri bedavaya sahiplenir. Bu gençlerin ebeveynleri ölünce ülkelerindeki miras da haliyle Avustralya’ya kalır. Batı ülkeleri bu yolla milyarlarca dolarlık mirasyedi konumundadır. Ülkemiz bu oyuna yeni girmektedir.
Bu kapsamda söylenecek bir başka söz, Batı dünyasında islam ve yabancı düşmanlığı giderek artacak, belki de bir müslüman holokostu sözkonusu olacaktır. O günlere şimdiden hazırlıklı olunmalı, şimdiden Silikon Vadisi ve Avrupa’daki büyük müslüman beyinlerinin, bilim adamlarının envanteri çıkarılmalı, belirli bir süreçte ülkemize davet edilmelidirler.
Göç sürecinde Türkiye yakın zamana kadar geçiş köprüsü, atlama tahtası idi. Ama artık son durak. Avrupa için baraj. Bu tuzak nasıl aşılacak, ciddi siyasi ve bilimsel değerlendirmeler gerek.
Türkiye’nin uzun vadeli en büyük handikapı kardeş Pakistan’dır. 2025 için yapılan bir tahminde kuraklık nedeniyle on milyonlarca Pakistanlının harekete geçme olasılığına değiniliyor. Bu akının ana hedefi büyük ihtimalle Türkiye olacaktır. Akıl ve vicdanın kabullenemeyeceği bu tazyik ciddi siyasi, askeri, iktisadi patlamalara gebedir. Şimdiden acil tedbirler düşünülmelidir.