http://m.star.com.tr/acik-gorus/bunlar-yeni-holokostun-ayak-sesleri-mi-h...
Yıl 1978. Londra Heathrow’dan Diplomatik Kurye olarak transit geçiyorum. Kuyruktan çıkarılıyorum, şaşkın yolcular arasında üstüm başım aranıyor. Mühürlü Kurye çantamı zorla açmak istiyorlar. Karşı koyuyorum, kavgaya amir geliyor, özür diliyor. “Aynı muamele Türkiye’de Kraliçe’nin kuryesine yapılacaktır” diyorum. Bakanlığa dönüşümde ilgili daire başkanına rapor ediyorum. “Kardeşim, hep yapıyorlar bunu. Ne yapabiliriz ki?” diyor...
Yıl 1982. Hollanda’ya tayin ediliyorum. Lüks bir semtte villa tutuyorum. Ertesi sabah yedi yaşında sevimli bir velet elinde Hollandaca Türkçe sözlükle kapımızı çalıyor. Hoşgeldiniz, oğlunuzla arkadaş olmaya geldim diyor. Ve Hollanda’da komşularımızla üç altın yıl geçiriyoruz.
Yıl 1987. Almanya’ya tayin oluyorum. Kızımı geri zekalılar okuluna ve bir alt sınıfa gönderiyorlar. Oğlumu da çırak okuluna. Sebep sorduğumda cevap: “Ama onlar Türk”. Kızım bir ay, oğlum üç ay kavgadan sonra normal okula geçebiliyor. Ve bir yıl bile kalmadan tayin istiyor, ülkeyi terkediyorum.
Yıl 2005 Avusturya. Ara sıra gittiğim kafede İngilizce konuşmamdan Türk olduğumu anlamayan garsonlar pek misafirperver. Türk misafirimle gittiğim gün Türkçe konuştuğumuzu duyan garsonlar bir anda değişiyor...
Yıl 2006 Avusturya. Dinimin sorgulanmasından ve sürekli savunmada olmaktan bıkıp bir gün defanstan ofansa geçmeye karar veriyor ve muharref İncil’i okumaya başlıyorum. Türk Başkonsolos olarak Rotary Kulüpte konuşma yapacağım. Fuayede şık bir hanım “Size İslam’da ve Türkiye’de kadın konusunu soracağım” diyor. “800 sayfalık İncil’i üç kez okudum, 20 sayfalık kritik yazdım. Karşılaştırmalı bir cevap veririm” diyorum. Kadın toplantıya girmeden gidiyor... Sonra 20 sayfalık raporu genç diplomatlarımızın yararlanmaları için Bakanlığa gönderiyorum. Bir meslektaşımdan “Bu işlerle niçin ilgileniyorsun” diye mesaj alıyorum..
Avrupa için tarihi ‘öteki’
Ve nihayet Haziran 2016 Afganistan. Batılı ülke diplomatlarını da davet ettiğim 100 kişilik yemek konuşmamda “Avrupa’da ikinci Holokost’un ayak seslerini duyuyorum. Bu kez Müslüman Holokost’unun” diyorum. Tesadüf, en büyük tepkiyi Hollanda Büyükelçisi’nin verdiğini öğreniyorum.
İyisiyle kötüsüyle bu kronolojik hatıratın yorumunu okuyucularımıza bırakıyorum.
Gelelim Türkiye Avrupa ilişkilerine…
En bilineni tekrarla başlayalım konumuza. Avrupa için tarihi “öteki” Türk’tür. Osmanlı’nın çöküşüyle küllenen öteki bilinci, yükselme çağındaki Cumhuriyet’in şahlanmasıyla hortladı. ABD ve Avrupa’da gençler savaşmak istemediği ve nizami harbin sosyal ve ekonomik maliyeti kaldırılamayacağından, “21. Yüzyıl vekalet savaşları yüzyılıdır”. Türkiye’nin NATO müttefikleri... de onu vekalet savaşlarıyla dizginlemeye çalışıyor.
Bu noktada Kissinger’in tekrar gündeme soktuğu Vestfalya Dünya Düzeni kapsamında ulus devlet ve onun uzantısı mikro-milliyetçilikle başlamak gerek konumuza.
Modernite’nin yarattığı ulus devletler 21. Yüzyıl’da “analitik felsefe” mantığıyla daha da küçülüp paramparça olabilir.
Veya sentezci İslam felsefesini benimseyip ulus-üstü, herkesin “kendisi olmasına” izin veren, büyük coğrafyalarda serbest ticareti ve dolaşımı teşvik edip güvence altına alan bir nevi Osmanlı düzeni ile de yönetilebilirler.
İnsanlığın geleceği bu iki şıktan hangisinin galip geleceğine bağlıdır. Özellikle Batılıların destekledikleri PKK’nın ülkemizi bölüp bölemeyeceği de keza hangi şıkkın galebe çalacağına bağlıdır. Unutulmamalıdır ki, ırkçılığın ve onun uzantısı mikro-milliyetçiliğin babası ulus devlet modeli, binlerce yıllık insanlık tarihinde yalnızca 200 yıllık bir denemedir.
Post-modern gelecekte akıbeti belli değildir.
Şimdi felsefi yaklaşımdan tarihi pratiğe geçelim. Türk’ü tarif et, deseler sanırım ona en uygun vasıf ‘sabır’dır. Buna bir de fizik yasası ekleyelim. Tabiat vakum, yani boşluk kabul etmez. İnsanlar da öyle. Türk savaşçılarının hilal gibi açılıp düşmanlarını o boşluğa nasıl çektiklerini ve sardıklarını bir hatırlayalım.
Sabır ve hilal taktiği
Genlerimizdeki sabır ve hilal taktiğini bugün siyasette ustalıkla kullanıyoruz. Hem içerideki hainlere karşı ve hem de dış düşmanlara karşı. Meydanı uzun yıllar boyu, sabırla o kadar boş bırakıyoruz ki, düşman başta büyük gizlilik içinde yaptığını elinde olmadan açık açık yapmaya başlıyor. Bu kapandan kurtulması imkansız. Sonra da etrafını sarmaya başlıyoruz. Batı medyası ve onun hain Türkiye uzantıları bu oyunumuzun en ciddi kurbanları.
Buna bir de kentleşme, burjuvalaşma sürecini ekleyelim. Köylü, öğrenilmiş çaresizlik içinde, eziktir. Hem dış güdümlü askeri darbelerde, hem de Avrupa’da baskılar karşısında eli böğründe kaldı. Özellikle Avrupa’ya işçi giden ilk köylü nesil çıkarlarından bihaberdi, demokratik tepki nedir bilmiyordu.
Burjuvalaşan Anadolu 15 Temmuz’da tankın önüne yattı, geçit vermedi. Avrupa, 50 yıldır içindeki köylü Türkleri bastırıp PKK’yı destekliyor. Ama ummadığı kadar yakın bir gelecekte beşinci nesil, cesur ve çıkarının bilincindeki 6 milyon kentsoylu Türk’ün volkan gibi patlayabileceğini, onun da ötesi, azınlık hakları talep edebileceğini, Türkiye’nin bu potansiyel güçle Avrupa’da İsrail’den daha etkin konuma gelebileceğini göremiyor. Bu aşamada Avrupa diasporamızın hedefi, güç ve etkinlikte İsrail diasporasını örnek almak, hatta onu da geçmek olmalıdır.
O gün geldiğinde tarihi refleksiyle yeni bir Holokost’a imza atabilir Avrupa. Ve anavatana kitlesel bir exodus başlayabilir.
Batı Osmanlı medeniyetinden ders alsaydı, ekonomisi çökse bile ahenk içinde götürebilirdi süreci. Ama Batı medeniyetinin “öteki” ile ahenk içinde yaşama kabiliyeti maalesef yoktur. Tarihte hiç olmadı. Zenginken kısa bir deneme yaptılar, ekonomilerinin inişe geçmesine paralel olarak genlerindeki faşizm ortaya çıkmaya başladı. Merkel ve Blair çok kültürlülük öldü diyerek zaten havlu atmışlar, bu tarihi gerçeği bir kez daha teyit etmişlerdi.
Gerçi yükselen Türkiye, Avrupa’da yetişmiş kalifiye işgücünü geri çekmeye başladı bile. Sadece Avrupalı Türkleri değil, tüm İslam ülkelerinden, Balkan, Kafkas ve Orta Asya’dan insan ve sermaye çekmeye başladı.
Türkiye İslam aleminin Amerikası, İstanbul İslam aleminin New York’u oluyor, mıknatısı oluyor. ABD ve Avrupa’da Müslüman nefretinden usananlar çok yakında soluğu ülkemizde alacak. Batı’nın korkuttuğu Müslüman dolarları da ülkemize kaçmaya başladı.
Anadolu kaderini eline aldı
AB’ye gelince... Avrupa Birliği projesi, Avrupa çöküşünden önce “Bir olalım, iri, diri olalım” çabasıdır. Gemi battıkça kaçışlar hızlanacaktır. Avrupa aslında iki dünya savaşıyla intihar etmiştir, uzatmaları oynuyor. Stratejik hesabımızı AB’nin dağılması üzerine yapmamız gerekir.
Avrupalıların şunu da idrak etmeleri gerek: Osmanlı çöküşü bitti artık. Çöküş psikozunda, Avrupa hayranı Osmanlı devşirme bürokrasisi kaybetti. Burjuvalaşan Anadolu Türk’ü Batılı halklardan 200 yıl sonra dünya malına uyandı, cin şişeden çıktı, artık eskiye döndürülemez.
Anadolu kaderini eline aldı, yükselme çağında. Burada İdris Küçükömer’in “Türkiye’de sağ soldur, sol sağdır” sözüne bir selam göndererek biz de “İstemezükçü Osmanlıcı parti CHP, Cumhuriyetçi, yenilikçi parti Ak Parti’dir.” diyelim.
Yükselme çağında Cumhuriyet büyük güçler arasına girmek için sistemi zorluyor, statükoyu sarsıyor. Tarihte bu tip geçiş süreçleri daima sorunlu, hatta kanlı olmuştur.
Batılı sözümona müttefiklerimizin anlamaları gereken bir diğer husus: Cumhurbaşkanı Erdoğan küresel düzeni bozmak derdinde değil. Türkiye’ye daha üst düzeyde, daha onurlu bir konum talebinde bulunuyor. Bu anlamda Rotterdam ikinci Mavi Marmara’dır. “Türk’ü sahipsiz garibanlar gibi hırpalayamazsın, pasaportu saygın, büyük devlet pasaportudur” mesajı veriyor.
Bu cümleden olmak üzere Avrupa Birliği Yüksek Mahkemesi’nin başörtüsü ile ilgili kararındaki bir inceliğe dikkat çekmek gerek; kararda “işveren yasak getirebilir” diyor. Bu karar açıktır ki Yahudi takkesini yasaklama korkusuyla işverene bırakılmış, yalnızca başörtüsü için kullanılmak üzere kaleme alınmıştır.
Avrupa vaktiyle Yahudi’ye yaptığını bugün Müslüman’a yapıyor. Belli ki Holokost’tan ders almamış. Akademisyenlerimiz Holokost’a giden süreci iyi incelemeli, o süreçte Yahudilere yapılanlar ile bugün Müslümanlara yapılanlar arasındaki paralelliklere ışık tutmalıdırlar.
Ve nihayet…
Biz ne yapmalıyız?
Samimiyetle ifade etmek gerekirse...
Kemalizm yatmaktadır sorunlarımızın altında.
(Atatürk’ü tenzih ederim, ona saygım
“bilinçli olarak” sonsuz)
Kemalizm nedir?
Kemalizm kapalı, ezik, yüzde 90’ı köylü olan toplum için yaratılmış, sonra kentlere taşan lümpenlerin özenti burjuvalaşma sloganı olmuştur.
Günümüzde Batı hayranı ve “modern” görünmek isteyen köy kökenli lümpen “Kemalistim, laikim” dediğinde sınıf atlayacağını sanıyor. İşte Batı hayranı bu aşağılık kompleksini yendiğimiz gün milli birliğimiz çelik gibi güçlenecek, Türk Milletini kimse tutamayacaktır.