Suriye’nin Geleceği
Aydın Nurhan
Büyükelçi (e)
Suriye konusuna girerken akla gelen ilk husus, Osmanlı çöküşünün yarattığı geniş yangının bir asırdır devam ettiği ve maalesef yakın zamanda da sönmeyeceği gerçeğidir.
Batı feodalitesi ve devamı Westphalia Antlaşması ile Fransız İhtilalinin çocuğu uniform ulus devlet kavramı hala oturmuş bir system değildir. Özellikle sınırları cetvelle çizilmiş heterojen toplumlarda. Tabii bu girişin getireceği soru, Suriye’nin ulus devlet olup olamayacağı sorusudur. Daha açık soralım, vaktiyle dinlerin birarada tuttuğu toplumlar günümüzde seküler çıkarlar etrafında toplanabilirler mi? Soru yalnızca İslam toplumları için değil, inişe geçmiş 500 yıllık modern Batı medeniyeti için de sorulabilir.
Yaklaşımımızı Orta Doğu eski Osmanlı coğrafyası ile sınırlandırdığımızda öncelik Suriye, Irak, Lübnan, Ürdün ve İsrail. Kanayan yaranın tedavisine Türkiye ne kadar katkıda bulunabilir? Bulunabilir mi? Engellemeler? Birleşik, demokratik bir Suriye’yi kimler dost, kimler tehdit olarak görür? Güçlü bir Suriye günün birinde Arap devletleriyle ittifak içinde Türkiye için sorun olur mu?
İmparatorluklar genelde organik yapılardır. İstanbul’un çekim ve radyasyon alanı dün ne ise bugün de odur. Bu kapsamda Batılıların Osmanlı yeniden diriliyor telaşı yersiz değildir. Yani? Türkiye ile Suriye ortak kabine toplantıları, kimliksiz, vizesiz serbest sınır geçişleri organik birlikteliğin doğal getirisi olacaktır. Genişleyen İstanbul ekonomisi Suriye’yi en yakın kapsama alanına alacaktır. (Ermenistan ile barış sağlandığında da aynı sonuç beklenmelidir.) İkinci kolay aşama Lübnan’dır. Sonra Irak, Ürdün ve daha sonra, eğer stratejik feraseti varsa İsraildir.
Feraset sahibi, milenyal strateji üretebilen devlet adamları için bu doğal süreç bölge barış ve refahı için ideal süreçtir. Ancak… Yukarıda söylediğimiz gibi, adına ”Pax Turcica” diyeceğimiz bu doğal süreci kimler çıkarlarına tehdit olarak görecektir? İsrail gücünün sınırlarını idrak edip ”Tukidides Tuzağı” telaşından vazgeçecek midir? Arap ülkeleri demokrat bir Suriye’yi, veya Şeriata eğimlenmiş bir Suriye’yi tehdit olarak görecekler midir? Veya Türkiye ile ittifaka girmiş bir Suriye’yi kabul edebilecekler midir? Keza ABD ve AB ülkeleri. Oldukça karmaşık sorunlarla dolu günlere gebeyiz.
Gelelim gündemimizdeki sorulara:
Bir numaralı sorun: Suriyenin Kuzey Doğu’sunda, İsrail için bir Kürdistan kurulması. %10 nüfusun ülkenin %30’una talip olmasının akli, adil, demokratik bir gerekçesi olabilir mi? ABD bugüne kadar bu akla aykırı projeyi meskut geçmekte, DAEŞ’i gerekçe göstermektedir. Suriye’yi İsrail hatırına bölmeyi aklına koymuşsa DAEŞ sorunu bitince yeni ne bahane bulacaktır?
Konuyu açmışken Kürt Devlet talebine de bakalım. Devlet felsefesi açısından iki genel yaklaşımı çarpıştırabiliriz:
Bir; Dini zamk olarak kullanmak.
İki; Farklı toplumları, ortak seküler çıkarları etrafında birleşmelerinin menfaatlerine olduğuna ikna etmek.
Türk devlet politikası bugüne kadar iki unsuru da etkin olarak kullanmıştır. Batılı ülkeler ise, Emperyal artık geliri yoksul kitlelerine yayarak seküler birlikteliklerini günümüze kadar getirebilmişlerdir.
Sanıyorum ikinci önemli konumuz Ulus Devlet inşası. Başarısız Lübnan örneği ortadayken heterojen Suriye toplumu birlikteliği becerebilecek mi? Türkiye onu istikrarsız tutmak, parçalamak isteyenlere karşı koruyabilecek mi? Şara’ yönetimi bu süreci Türkiye’nin desteği ve ”koruması” olmadan başarıya ulaştırabilecek mi? Bu çabasında ona destek olabilecek daha samimi bir devlet bulabilir mi?
Peki bu euphoria (coşku dolu sevinç) günleri sona erip sorunlarla yüzleşme dönemi geldiğinde Suriye’de iç karışıklık çıkarsa müdahil olur muyuz? Suriye’nin demokrasiye yumuşak geçişi için ortak çalışabilir miyiz? Yabancı manipülasyonlar olduğunda Şara’ yönetimi bizden yüz çevirirse?
Hakan Fidan’ın ”Suriye’nin terörizm yuvası olmasına izin vermeyeceğiz.” sözleri, yeni rejim bu konuda başarısız olursa Suriye rejiminin iradesine bakmadan işimize devam edeceğiz anlamına gelir. Öyle bir ihtimal var mıdır?
Şara’nın seçimler için 3 yıllık bir öngörüsü var. Üç yıl içinde sorunlar ağırlaşır ve tepkiler başgösterirse otoriterliğe kayma mecburiyeti hissedebilir. Popülerliğinin zirvesinde olduğu şu anda alabileceği en isabetli karar, gecikmeksizin, altı ay içinde ”Kurucu Meclis” seçimlerinin yapılmasıdır. Bir kez demokratik meşruiyet kazandıktan sonra eli daha çok güçlenecektir.
Su ve Hatay konularına atlayalım. Bu konular yabancıların manipülasyonlarına açık hassas alanlar. Acaba yeni rejim kendisini güçlü hissettiğinde bu konuları hangi şiddette dile getirmeye başlar? Ermenistan Başbakanı Paşinyan’ın tarihi iddiaları bir yana bırakması gibi Şara’ da Hatay konusunda gerçekçi davranabilecek midir?
Önemde üçüncü sırayı sanırım Ekonomi alacaktır. Net olarak söyleyelim. Suriye ekonomisi derhal iki taraflı serbest ticaret, açık sınırlar politikasıyla Türkiye ekonomisine entegre edilmelidir. Ancak böylece bu tüccar halk üç yılda belini doğrultur. Aksi takdirde işi çok zordur ve bu sorun iç çatışma ve bölge için yeni bir istikrarsızlık ortamı doğurabilir. Türk ihracatına %500 gümrük zammı akılcılık ve iyi niyetle bağdaşamaz.
Körfez ve Batı ülkeleri Suriye’ye kalkınma yardımları yapabilirler. Ama bunlar Türkiye ile grassroots, organik ekonomik işbirliği gibi değil, tepeden, devletlerarası çıkar ilişkilerini gözeten kontrollu yardımlar olacak, etkileri çok daha zayıf olacaktır.
Suriye coğrafyası itibarıyla ticaret ve boru hatları için de uygun konumdadır. Bu alan uluslararası işbirliği için en uygun ekonomik kazan kazan ve barış alanıdır. Türkiye bu konuda etkin proje hazırlıkları ve ortaklık arayışlarına hemen başlamalıdır. Deniz yetki alanları da önemli strateji ve ekonomi alanları olup bu konuda en geç altı ay içinde anlaşma yapılmalıdır. Aksi takdirde işimiz çok zorlaşabilir.
Ekonomiye genel bakıştan sonra somut konuları ele alabiliriz. Öncelikli konu ülkenin yeniden inşası. Türkiye dünyanın ikinci büyük müteahhit potansiyeliyle Suriye için büyük bir şansdır. Handikapımız ise vaktiyle Orta Asya furyasında olduğu gibi çürük girişimcilerimiz olacaktır. Bir diğer handikapımız ise Petrol şeyhlikleri ve Batı dünyasının inşaat sektöründeki etkin rekabeti olacaktır. Ticarette grassroots liberalizm, evet, ama iki ülkenin stratejik, ekonomik çıkarlarına zarar verebilecek hususlarda kesin Devlet müdahalesi gerekecektir.
Ekonomide bir diğer artı puanımız da artık neredeyse bir milyonu bulan Türkçe konuşan Suriyeli kardeşimizin ihracat gücümüz için önemli kazanç, yeni Suriye ile ekonomik ilişkilerde de önemli oyuncular olacakları gerçeğidir.
Bu ortamda sığınmacıların Suriye’ye dönüşleri de duygusal değil, Teknik açıdan yeniden değerlendirilmelidir. Şikago’daki görevim sırasında ”Immigrants. Your country needs them” konulu bir kitap almıştım. Aklımda yer eden, konunun kesinlikle duygusallıktan ayrı şekilde ele alınması gereği idi. Duygusal zorlamaların hem ekonomimize, hem ikili ilişkilerimize ve hem de ”insan”lara zarar vereceği bilinmelidir.
Şimdi de gelelim Osmanlı’dan günümüze Suriye üzerinde planları olan, onun üzerinde etkin olmaya çalışan ülkeler ve bölgesel konjonktüre.
Türkiye’mizin Suriye konusunda başlangıçta tuzağa düştüğü iddiaları aşırı olsa da hatalarımız olduğu gerçektir. Ama dünya kamuoyu nezdinde Esed’in devrilmesinde Türkiye’nin etkin olduğu kanısı yaygındır. Kanaatimce de Türkiye mükemmel bir kurmay planıyla oynamıştır oyunu. Hazırlık aşamasında ABD ve Rusya ile mutabakata vardığımız hissedilmektedir. ABD eğer birleşik, demokratik bir Suriye’nin, (İran bir yana bırakılırsa), en büyük kaybedeninin İsrail olacağını bilmesine rağmen oyuna olumlu bakmış ise, devamla Trump’ın bölge için ilginç hesapları olabileceği intibaına varabiliriz.
Yerel ve küresel basında yaygın şekilde vurgulandığı üzere kazanan Suriye ve Türkiye, kaybedenler İsrail ve İran’dır. İran yalnız bir medeniyettir. Tarihi amacı İslam dünyasını şiileştirerek yaratacağı küçük dünyanın lideri olma hayalidir. Bölgede bu çabalarından vazgeçmesi düşünülemez. Ama Suriye’de başarılı olma hayallerinin suya düştüğünü kabullenmekte zorlanmakta, mantık dışı davranışlarda bulunmaktadır.
İsrail’e gelince.. Batılı ülkeler gibi islam dünyasının demokratikleşmesine şiddetle karşı çıkar, bu da mantıklı yaklaşımdır. Zira demokrat yönetimler halk baskısı nedeniyle yabancı güçlerin taleplerine karşı hassas olurlar.
İsrail’i rahatsız eden çok daha önemli husus, kaderini Türkiye ile birleştirecek bir Suriye üzerinde rahat at oynatamayacağı gerçeğidir. Bu da uzun vadede Türkiye ile çatışma ihtimalini doğurmakta, şimdiden tehlikeli hazırlıklar başlatılmaktadır. Türkiye, Batı dünyası ile ilişkilerini de derinden etkileyecek, belki de dünya düzenini alt üst edecek bu hazırlık konusunda çok derin, yaratıcı, ön alıcı stratejiler geliştirmelidir.
Sonuç:
Suriye Türkiye için çantada keklik değildir. İlişkilerde işimiz kolay değildir. Yüksek ve aşırı iyimser beklentiler sonuçta hüsran ve duygusal toplumsal tepkilerimize yol açabilir. Suriye Türkiye’ye karşı kendi çıkarlarına göre tavır alacaktır ve bu normaldir. Önemli olan, ona kararlarının isabeti konusunda yol gösterici olabilmektir. Daha da önemli olanı ise, Suriye’yi kendi zararına ve Türkiye ile ilişkilerini bozma girişimlerine karşı uyanık tutabilmektir. Suriye’nin geleceği ya otoriter Arap rejimleri ve Batı’nın çıkarlarının başarısı oranında kararacak, bölge istikrarsızlıkla yanmaya devam edecek, ya da Türkiye’nin samimi desteği ile huzura kavuşacaktır. Bu ise bizim açımızdan çok ince ve sabırlı bir diplomasi gerektirecektir.
*Bu makale GLOBAL SAVUNMA Dergisi’nin Şubat 2025 sayısında yayınlanmıştır.