Değerli Dostlar, konumuz şehir güvenliği. Onun da tek unsuru insan.
Ben konuşmamda köyden şehre inen insanın geçiş sancılarının, kaosunun modern metropollerdeki etkilerini tartışmak istiyorum.
Şehir Güvenliği dediğimiz anda akla Köy Güvenliği de geliyor. İki farklı dünya, iki farklı yaşam alanı.
Köy mana, şehir madde.
Köy durağanlığın, homojenliğin, huzurun merkezi.
Şehir, daha da ötesi Metropol veya Megapol ise hızın, değişimin, devrimin, güvensizliğin, kozmopolitliğin merkezi.
Köyde polis, toplumun ortak vicdanı.
Metropolde polis steril, mekanik.
Bu girişten sonra gelelim köyden metropole göçün güvenlik boyutuna.
Konuya bu yıl yayınladığım ”Devşirme’den Beyaz Türk’e – Siyasi Nefretin Kökleri” adlı kitabımdan alıntılarla girmek istiyorum.
Son istatistikler yüzde 93 şehirli olduğumuzu gösterdiğine, köyde kalanların da şehirdekilerle aynı Televizyon ve internet bombardımanına maruz kalmakla, artık klasik köylülüğü yitirdiklerine göre, yepyeni bir sosyal yapı ile karşı karşıyayız.
Klasik yaklaşımla köy durağan, öngörülebilirliğin, gelenek, örf, adet ve din ile binlerce yılın sağduyu ve imbiklenmiş kültürünün garantilediği huzur ve istikrar merkeziydi. Özellikle kozmopolit metropollerin ani değişimlerine karşı amortisör, sert değişimleri yumuşatma unsuruydu.
Geçiş dönemini sorgularken Prof. Erol Güngör’ün örf ve adetlerin toplumdaki
önemi hakkındaki görüşlerini kaydetmekte de yarar var.
“Bazılarında çok yavaş, bazılarında çok süratli de olsa örf ve adetler
her toplumda değişir. Aslında onların kolay ve çabuk değişmeleri toplum
için hiç iyi olmaz. Her şeyden önce, kolay ve çabuk değişen davranış
tarzları zaten adet veya örf sayılamaz. Toplumun ayakta kalması
ve devam edebilmesi insanlar arasında ortak davranış tarzlarının
bulunmasına ve bunların devamlılık kazanmasına bağlıdır. Örf ve
adetler bu ihtiyacı karşıladıkları için toplumun temelini teşkil ederler.
Onlar olmasaydı karşılaştığımız her durumda nasıl davranacağımızı
yeni baştan düşünmek zorunda kalacak, başkalarının nasıl davranacaklarını
da hiçbir zaman tahmin edemeyecektik. İnsanlar arasında
böyle ortak ve devamlı davranış tarzlarının bulunmayışı ise onların
cemiyet halinde yaşamalarına imkân vermeyecek…”
Eğitim
”Eğitim sisteminin toplumda geçerli olan ahlâk kurallarıyla çatışması… İnsanın ailede öğrendiği şey okulda kusur sayılırsa, okulda öğrendiği şey mahkemede suç sayılırsa, neyin doğru neyin yanlış olduğunu bilmeye ve dolayısiyle ahlâklı davranmaya imkân yoktur”
Erol Güngör
Soru net: Köy ve köylü kalmamışsa ülkedeki ani şokları yumuşatacak
“amortisör” nedir? Köyün binlerce yıl içinden süzüp getirdiği sağduyu
birkaç nesilde yok oluverince toplumsal fırtınaları dindirecek “regülatör”
nedir?
Köyün en etkin iki karakteristiği din ve gelenektir.
Şehirde ikisi de hızla yıpranır, birkaç nesilde etkisini yitirir.
Köy ahlakının temeli olan, düzen kuran, zamk görevi yapan bu iki değer yerine şehirde
ne konulacaktır?
Batı medeniyeti asırlar içinde din ahlakını terkedip, materyalist, seküler ahlâk sistemini geliştirmiştir..
Onun rafine hali Kant’cı yaklaşımın; Evrensel ahlakı içleştirmeliyiz prensibidir.
Kendi kelimelerimizle söylersek;
Sen beni saymazsan, ben seni saymazsam ikimiz de kaybederiz.
Sen çalarsan, ben çalarsam ikimiz de kaybederiz.
Şeklinde özetleyeceğimiz rasyonel, laik burjuva ahlakı, gelişmekte olan ülke metropollerinde hızla yokolacak din ve gelenek kaynaklı ahlakın yerini acaba kaç nesilde alabilir? Yani modern burjuva kaç nesilde oluşur? Kanaatim, bunun en az beş nesil alacağı yolundadır.
Şimdi gelelim konumuzun püf noktasına.
Küresel köyde moderniteden kaçış imkânsızdır.
Dünyada en tehlikeli toplum ve dünyada en tehlikeye maruz toplumlar ise,
ahlaksız kalmış toplumlardır.
Bu tip toplum hem kendisi için, ve hem de insanlık için tehdittir.
Kaos yuvasıdır.
Din ve gelenek ahlakından laik ahlaka geçiş en az beş nesil alacak ise,
Devletler ve toplumlar bu transformasyon sürecinde nasıl politikalar geliştirmelidir?
Köyden gecekonduya geçen Türk toplumu bunun pratik çözümünü bulmuştur.
Amerikalı gazeteci Robert Kaplan, Ends of the Earth kitabında dünyadaki gecekondu semtlerini gezdiğini, hepsinin fuhuş, uyuşturucu, cinayet bataklığı olduğunu, Türkiye’dekilerin ise dinginlik ve huzur yuvaları olduğunu, ayakkabı ile girilmeyen tertemiz, sakin evler olduğunu “mütedeyyin, güvenli, asil, temiz, suçun olmadığı, temiz kokan evler” kelimeleriyle anlatıyordu.
O gecekondularda oturanlar çok ciddi bir bilgelikle metropolün kültürel şokundan, ani uçuruma düşen din ve geleneğin kaybından çocuklarını korumak, geçiş döneminin şokunu yumuşatmak için hızla İmam-Hatip okulları açıp çocuklarını o okullara gönderdiklerini, bir diğer tedbir olarak da çarşaftan modern tesettüre geçişte başörtüsünü iffet sembolü olarak, pratik bir mesaj şeklinde korumaya çalıştıklarını görüyoruz.
Toplum değerlerini bir gecede yok edemezsiniz. O değerlerin yerine koyacağınız yenilerini de değil bir gece, bir asırda zor oluşturursunuz. Hele yenisi oluşmadan mevcut değerlere saldırırsanız toplumu paramparça edersiniz.
Gelelim kıssadan hisseye.
İdeolojiyle, toplum mühendisliği ile toplumlara ani şok vermeye kalkışırsanız kaos yaratır, ortak değerleri ve toplumsal uzlaşıyı yokeder, iç savaşa yolaçarsınız. İş büyük ölçüde yöneticilere düşüyor.
Teşekkür ederim