Kemalizm Materyalizmdir
Emekli Büyükelçi
Aydın Nurhan
ile söyleşi Haber 10
"Batı'cı olmanın parolası Kemalizm idi" diyorsunuz. Kemalizm’den ne anlamalıyız? Kemalizm Batıcılıktan, Batı Kemalizm’den ne anlamıştı?
Kemalizm kısaca materyalizmdir. Kilise Roma İmparatorluğunu ele geçirince Avrupa 1000 yıllık uykuya yattı. Reform, Rönesans ve Fransız ihtilali ile Kiliseyi başından defetti, maddeye, “Dünya Malına” uyandı. Kemalizm de onu yanlış taklit etti, dini başından atmaya çalıştı. Ama bizde ruhban yoktu, Şeyhülislam daima Devlet memuru ve siyasi otoritenin emrinde idi. Hayali bir ruhban icat edilerek adına “yobazlar” denildi, o yolla maneviyat yok edilmeye çalışıldı. Batı’ya gelince, özellikle aslından iğrenen, ondan kaçmak isteyen Jön Türkler’i “Kullanışlı Ahmaklar” olarak gördüler, rahmetli Attila İlhan’ın tabiriyle Kültür Emperyalizminin “üst yapı” kompradorları olarak kullandılar.
"Türkiye, Fatih Sultan Mehmet döneminden bu yana “Devşirme” sistemi ile yönetilmektedir." diyorsunuz. Kemalizm'i bu noktada nereye konumlandırabiliriz? "Cumhuriyet'in Beyaz Türkleri"ne de geçebilir miyiz?
Bildiğiniz gibi Atatürk dahil, Cumhuriyet bürokratlarının neredeyse tamamı Batılı eğitim almış köylü çocuğu idi, Tanzimat bürokratlarıydı. Yani Osmanlı Devşirme sistemi kesintiye uğramadan Cumhuriyet Bürokrasisi oldu. Bu bürokrasi Devlet desteği ile sermaye sınıfı yarattı, buna “Besleme Sermaye” diyoruz. %90’ı köylü olan beslemeler okumuş köylü bürokratlara özendiler, onlar da köklerini reddedip Avrupai olmaya çalıştılar. Sayın Cumhurbaşkanının “yerli değiller” sözü bunun ifadesidir. Daha sonra geleneklerimizden kopan lumpenler de buna heveslenerek “Beyaz Türk” olmak istediler.
1960 darbesi bu "kavga"nın neresinde duruyordu? "27 Mayıs demokrasi bayramı" ifadesindeki "bayram" neye tekabül ediyordu? "Menderes, Beyaz Türk'lere ihanet eden Beyaz idi. Affedilmedi." derken ne demek istiyorsunuz?
60 Darbesi sabahı ben ilkokul bitirme tarih sınavına girecektim, bayram, gerçek bayramdı. Devşirmeler, kendilerine ihanet eden bir devşirmeyi devirmenin, intikam almanın orgazmı içindeydiler.
"Yeniçerilikten Mehmetçiğe" Ordunun tarihi vetirede dönüşümü ve "devleti sahiplenme" anlamında kendisine biçtiği misyon nasıl şekillendi? 12 Eylül 2010 referandumunun Ordunun devlet üzerindeki ağırlığına nasıl bir etkisi oldu?
Önce de söylediğim gibi Yeniçeri, Asakir-i Mansure-i Muhammediye, Cumhuriyet ordusu, kesintisiz bir müessesedir. Gelenekleri muhkemdir. Gerçekten “Devlet”imizi sahiplenir, onu gözü gibi korumaya çalışır. Bundan kıvanç ve onur duyarız. Ama ordumuz devşirme sisteminden Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Anadolu İhtilali” diyebileceğimiz değişimine ayak uydurmakta, “yerli halkın” emrine girmekte zorlandı biraz. Özellikle bazı ihtiraslı, başıbozuk generaller yüzünden de ciddi sıkıntılar, toplumsal kutuplaşmalar yaşadık bu nedenle. Ama mutlulukla görüyorum ki bugünkü kurmaylarımız artık Anadolulu köklerine, içinden çıktıkları değerlere daha bir önem vermeye başladılar. İnanıyorum ki Batılılaşmada nasıl öncü oldular ve Beyaz Türkler de onları takip ettilerse, şimdi de kökünü reddetmişlerin, özellikle köy ile şehir arasında geçiş sürecinin şaşkın kalmış lümpenlerinin köklerine dönmelerinde örnek ve öncü rolü oynayacaklardır.
2002-Ak Parti iktidarı için “Anadolu İhtilali” dediniz. Kemalistlerin ifadesiyle "Taşralılar"ın intikamı değil yani?
Asla! Anadolu sermayesi rahmetli Menderes’den beri büyüyor. Bunun tabiî sonucu, ABD’nin elit okullarında okumuş başörtülü ve erkek “yuppie”lerin lüks otel ve tatil yerlerinde görünmesi, kendi medya, think tank ve kültür müesseselerini kurmaları, Sayın Erdoğan’ı da lokomotif olarak önlerine katmaları olmuştur. Kendilerine güvenleri tamdır. İstanbul sermayesine de, “Ben zenginleştikçe köküme yabancılaşmayacağım, beni kendin gibi Batı kopyası yapamayacaksın.” mesajı vermektedirler. Marksist tahlille durdurulamaz tabii bir süreçtir.
12 Eylül'ü ve 28 Şubat'ta "devşirmeler" neyi amaçladılar?
Generallerimiz gönül koymasınlar, kışlada büyümüş, Çankırı’lı bir askerin oğlu olarak şunu söyleyebilirim: Askerimiz temiz yürekli, mütevazı ailelerden gelen saf insanlardır. Kışkırtıldıklarına inanırım. Kökünü reddetmiş, uluslararası sermaye ile iş tutanların, ülkeyi soyanların oyununa geldiklerini düşünürüm.
Tanzimat'tan bu yana varlığını hemen her dönem devam ettiren ve sizin tabirinizle "Kimliğinden nefret eden devşirmeler"in çocukları bugün neredeler?
En önemli soru bu belki de. Beyaz Türk’ün en büyük korkusuna dokundunuz. Beyaz Türk dediğimiz henüz oturmuş bir burjuva değil. Bir burjuva aile beş nesilde yetişir. Önce de gözü doyar. Vahdettin Han’ın saraydan ayrılırken altın tabla hikayesini bilirsiniz. 6 asırlık majestik doygunluk, asalet vardır bu davranışta. Bir de Cumhuriyetin ilk yöneticilerinin astronomik maaşlarını okuyun, daha iyi anlarsınız oturmuşluğu. Bugün Beyaz Türk dediklerimizin çoğunun serveti iki nesil bile dayanmaz. Çoğunun çocuğu dar gelirli işçi, memur, hatta okuldan terkdir. Daha ebeveynlerinin sağlığında “Siyah Türk” grubuna düşme tehlikesindedir. İşte “Beyaz Türk”ü gerçekten ürküten ve onu ideolojik hayal alemine fanatikçe yapıştıran, dünya malına gözü dönmüşcesine saldırtan da bu “aşağıya”, içinden çıktığı Anadoluluların arasına düşme korkusudur. Bu konular ciddi bilimsel araştırmalar gerektiriyor.
Burjuva terimini biraz daha açar mısınız?
Burjuva için evleviyetle burjuva ahlakını irdelemek gerekir. Köyden kente göçenin din/gelenek kaynaklı ahlakı hızla erimeye başlar. Burjuva ahlakı ise en az beş nesilde oluşur. Geçiş süreci iyi yönetilemezse insanlar “ahlak”sız kalır, hayvandan da aşağılık vahşi mahlûka dönüşür. 28 Şubat Generalleri bundan bihaber oldukları için İmam Hatip okullarını kapattılar, korkunç bir hata yaptılar. Çökertmek istedikleri köy ahlakının yerine bir gecede burjuva ahlakı oluşturabileceklerini sandılar. Burjuva ahlakı yüzyıllarca birbirini boğazlayan insanların yorgun düşerek sözleşmelerine dayanır. Kısaca “Sen beni saymazsan, ben seni saymazsam ikimiz de kaybederiz.” “Sen çalarsan, ben çalarsam ikimiz de kaybederiz.” ilkesinden hareket eder, terör dengesidir. Narindir, Batı dünyası ekonomik sıkıntıya düştüğünde çökmeye mahkûmdur. O nedenle ben “burjuva ahlakı” tabirini pek sevmem.
Benim tarihimden, medeniyetimden gelen daha üstün ve muhkem bir değerim var. “İstanbul Efendisi”. Daha duyduğunuz anda ruhunuzu bir huzur kaplar. Zerafet, incelik, kibarlık, güngörmüşlük, almayı beklemeden vermek… Huzurlu, dingin bir yuva… Siz ekleyin gerisini. Acaba geri getirebilir miyiz o ruhu? Evet, imanım tamdır, ama birkaç nesil alacaktır, zira mütedeyyin burjuva henüz aslını, geçmiş ruhunu aramada.
Burjuva’dan “İstanbul Sermayesi”ne geçersek; Mustafa Koç’un ölümüyle başlayan tartışmaların devamında, Türkiye neden sanayileşmesini daha erken tamamlayamadı sizce? Suçlu sadece “Devlet” miydi sizce?
Tabii değil. Bunun kökeni Osmanlı’nın Batı sanayileşmesini ıskalamasına gider. Sonra gayrı-müslim azınlık kompradorlar dönemi, Cumhuriyet döneminde Anadolu’yu terketmeleri, ülkede nalbant bile kalmayışı ve nihayet “her mahallede bir milyoner yaratma” hayali. Ha özel sektörün suçu var mı? Hayır, tüccar kar peşindedir, bürokrasi bedavadan desteklerse neden hayır desin? Montaj sanayii dönemi uzadı derseniz haklısınız, burada montajcılar hatalıdır, bürokrasiyle işbirliği yapıp tekel oluşturdular, halka pahalı ve çürük mal sattılar, zira kapitalist rekabet ortamı oluşmamıştı, Türkiye’nin dünyaya kapalı bir ekonomisi vardı, ihracat nedir bilinmezdi. Bugün Avrupa’dan daha atak girişimcilerimiz, pazarlamacılarımız var. Artık suçlu aramayı geride bırakmalı, 2023’e odaklanmalıyız.
Atatürk "Yurtta sulh cihanda sulh"la ne demek istiyordu?
Cumhuriyet bir anlamda İngiltere ile uzlaşmadır. İnönü’nün Lozan çıkışındaki “Ohh yüz sene kazandık” sözü Lozan’ın özüdür. Uluslararası ilişkilerde güçlü isen pazunu, güçsüz isen beynini kullanırsın. Taha Akyol’un “Ama Hangi Atatürk” kitabı bence Atatürk hakkında yazılmış en iyi kitaptır, tavsiye ederim, Makyavel’e külahı ters giydirecek bir diplomasi dehasıdır Atatürk. Bence askerliği ikinci gelir. “Yurtta Sulh Cihanda Sulh” o günün koşullarında söylenmiştir, bugün söylemezdi zaten. Hatay’ı hatırlayın yeter. Arap dünyasına yabancılaşması da, hilafetin TBMM uhdesine tevdii de o günün koşullarındaki davranışlardır. Ömrü vefa etseydi çok ama çok farklı bir siyasete dönerdi kanısındayım. Dogmaya en uzak kişiydi, pratikti, amacına ulaşmak için her fikri kullanırdı.
Peki bugün ne söylerdi? Hatay’daki hassasiyetini Halep’te, Musul’da da devam ettirir miydi?
Bugün Tayyip bey ne yapıyorsa onu yapardı sanırım. Ama bugün yaşasaydı bir dezavantajı olurdu, yaptıklarını demokrasi içinde yapmakta zorlanırdı derim.
"Müttefiklerimiz dahil, yükselen Türkiye Alarmı verildi. Artık Türkiye'yi 'çevreleme' zamanı" diye yazdınız. Türkiye, neden çevrelenmek isteniyor?
“Containment”, yani çevreleme stratejisi, Türkiye’nin yeniden dünyanın en büyük beş devletinden biri olma potansiyelinin görülmesidir. ABD, Avrupa, İsrail ve Rusya bunu istemezler. Bin yıl uğraşmışlar yıkmak için. İsterler mi? Bir de ortada Bush, Begin ve Yinon doktrinleri varken.
O doktrinlerin sonuçlarını müşahhas olarak hangi olaylarda gördük/görüyoruz?
Yine çok isabetli bir soru. Bu doktrinlerden ilk ikisi, “Dünyada hiçbir yerel ve küresel gücün ABD ve İsrail’in nükleer egemenliğine kafa tutacak hale gelmesine izin verilmeyeceği” , daha küçükken başının ezileceği esasına dayanır. Kelimede “nükleer” rakip yazılsa da, ruhta askeri, ekonomik ve siyasi, topyekûn güçlenmeden bahsediyoruz. Yinon Planı ise, İsrail’in etrafında kendisine rakip olabilecek tüm ülkelerin parçalanmasını, Balkanlaştırılmasını öngörür. İmdi.. Çevremizdeki suni yapılanmalar parçalandı. Sıra kimde? Peki Ermenistan Azerbaycanı işgal ederken ABD ambargoyu kime koydu? Niçin Rusya ile bir oldu Ermenileri desteklemekte? Her ne ise… Sonuçta Türkiye’nin Orta Asya teması kesildi. Gelelim günümüzde olanlara. Güneyimizdeki Kürdistan koridoru ile ne amaçlanıyor? Manevi olarak yabancılaşmamız istenilen Arap/İslam alemiyle fiziki temasımız da kesilmek isteniyor. Balkanlar zaten gitmiş, işte (contained) çevrelenmiş, izole edilmiş Anadolu. Stratejimiz bu çemberi nasıl kıracağımız üzerine bina edilmelidir. Bu vesile ile ifade edeyim, Avusturya Macaristan İmparatorluğunu hatırlarsınız. O koca imparatorluktan kalan nedir? 8 milyonluk, yani nüfusu Yunanistan’dan bile az, 84.000 kilometrekareye sığınmış minik bir Devlet. Eh öyle bir Türkiye’yi kim sevmez?
Kapitalizm'in geldiği noktanın sonuçlarından olan "göç", Davos 2016 toplantılarında "Terörizm ve Göç" başlığıyla ele alındı. Son tahlilde bir trajedi olan "göç"ün "Terör"le birlikte anılması da Batı'nın geleceğe dair "niyetleri" hakkında ipucu veriyor. Tam bu noktada sizin "Önümüzdeki 10 yıl içinde Avrupa'da müslüman "holokost"u olabilir. Ve neticesi Türkiye'ye büyük "exodus"!" tespitinize gelsek..
Geçenlerde bir tweet atmıştım. Batı’nın orduları fakir ülkeleri işgal ettikçe fakirler de Batılı ülkeleri işgal ediyorlar diye. Bu tabii bir sonuç ve günümüz koşullarında durdurulması imkansız bir akım. Bakın geçtiğimiz günlerde Fransa’dan İsrail’e yoğun Yahudi göçü başladığı haberi vardı, gözlerden kaçmış olabilir. Bu göç, ileride başlaması muhtemel müslüman holokostunun durmayıp Yahudileri de kapsayabileceği korkusunun göstergesidir, ciddi bir işarettir. Avrupa’daki altı milyon Türk’ün bir anda dönmeye kalktığını düşünün.. Bu vesile ile ifade edeyim, DAEŞ’in Orta Asya’yı karıştırmak için hazırlandığı sır değil. Orta Asya karışırsa oradaki soydaşlarımız da büyük kitleler halinde kapılarımıza dayanabilirler. Stratejik olarak bu ihtimallere hazırlıklı olmalıyız.
Şu hususu da ilave etmeme izin verin, 21. Yüzyılın mutsuzları İslam dinini Hijack ettiler, tam Türkçesi yok, aslından kopardılar diyelim, ve siyasi emellerine alet radikal ideoloji haline getirdiler. Batılılar sanmasınlar ki bu iş İslam’da durur. Hayır, Batı ekonomileri gerilediği oranda orada da sosyal çalkantı ve terör başlayacak ve büyük ihtimalle Hristiyan dini de teröre alet radikal bir ideolojiye dönüştürülecektir. O nedenle bu konularda birlikte samimiyetle çalışmamız gerekir. Ama ben 67 yaşıma geldim, hala Batı dünyasında o samimiyeti göremiyorum.
Son olarak eğitimden bahsedelim mi?
Sorunların kökeni. İnsan denilen mahluk iki bacak üzerindedir. Biri madde, diğeri mana. Batı Ortaçağında eğitim ezici oranda mana üzerineydi. Bugün birçok İslam ülkesinde de öyledir. Kilise bağnazlığından bunalan Batı, eğitim sisteminden manayı defetti, sırf madde üzerine bina etti, biz de onları kopyaladık. Bu sistemde bir çocuk anaokulundan üniversite sürecine ne hale geliyor? Müfredat bir keser. Çocuğun mana ayağı keserle hergün yontuluyor ve üniversite diplomasını aldığında topal, tekbacaklı bir zavallıya dönüştürülüyor. Maneviyatını kaybetmiş, sadece maddiyat olarak kalan mahluk da psikolojik bunalımlar içinde kıvranıyor. İlginç olan, okumamışlar tabii kalıyorlar.. Gönül ister ki, dinimizin de amaçladığı gibi insanın hem maddi ve hem de manevi ihtiyaçlarını ahenk içinde karşılayan bir eğitim sistemimiz olsun. Bu da Eğitim Bakanımıza bir dilek mesajımız olsun.
Teşekkür ederim.