1994-1998 yıllarında Şikago’da görevim sırasında ABD’nin saygın üniversiteleri arasında yer alan Northwestern Üniversitesinde İngiliz asıllı bir Profesör arkadaşım vardı. Gençlik yıllarında ODTÜ’de araştırma asistanı olarak görev yapmış, yine araştırma asistanı olan Amerikalı eşini de o sırada tanımış, Türkleri çok seven bir bilim adamı idi.
Arkadaşım bir gün sohbet sırasında ABD’deki “ivy league” denilen elit üniversitelerden dert yandı. “Hani sizde pavyonlarda konsomatrisler var, ne kadar müşteri getirirlerse değerleri o kadar artar? Biz de onlara benzedik. Üniversiteye ne kadar araştırma projesi fonu getirirsek o kadar değerliyiz. Artık değerimiz akademik kalitemizle değil, getirdiğimiz araştırma fonuyla ölçülüyor” demişti.
Yani iki çeşit akademisyen vardı, bu üçüncü oldu.
- Derinlemesine ilim adamı, ama öğrenci karşısında donuk, pedagoji açısından zayıf, iyi öğretemeyen.
- İlimde derin değil, ama pedagojide süper, çok iyi öğreten eğitimci.
- Üniversiteye konsomatris gibi müşteri getiren, araştırma fonu bulan profesör.
Tabii bu üç vasfın tümünü kişiliğinde birleştiren ilim adamları da var, ama sayıları sınırlı.
Bugün AEON sitesinde benzer bir makale gördüm, akademisyenlerimizin bilgisine sunayım dedim.
Science is broken
Üniversite konusunu açmışken keza bir başka konuya değinelim;
Avustralya’daki görevim sırasında da akademisyenlerle sıkı temasım vardı, bana “humanities” denilen sosyal bilimler ve sanat eğitiminin hızla kan kaybettiğinden, öğrencilerin artık para getirecek teknik alanlara ilgi duyduklarından yakınırlardı.
Ben de konu hakkında kafa yoruyordum. Bir genç niçin iş ve maddi getirisi sınırlı olan sanat, sosyoloji, edebiyat veya felsefe okusun, tabii ekmek getirecek branş seçer diyordum. Ama ABD’de de sorun olan kültürsüz insanlar üretmek vardı bu işin sonunda.
Sonra Avustralyalı dostlarıma şöyle bir çözüm önerdim:
4 yıl olan üniversite eğitimini 5 veya 6 yıla çıkaralım, “humanities” derslerini de her yıl teknik derslerin yanında verelim. Daha da önemlisi, ABD’de bu dersleri öğrenciler zayıf bir şekilde ve bir an önce başlarından def etmek için ilk iki yılda alıyor, sonra unutuyorlar, biz bu dersleri 6 yıla yayıp sürekli gençlerin gündeminde tutalım, hayata kültürlü, çok boyutlu, ufuk sahibi entelektüeller yetiştirelim dedim, epey ilgi görmüştü fikrim.
Özetlersek, para getiren meslek seçen gençleri mazur görmemiz gerekir. Ama onları hayata “odun gibi” yetiştirmek de istemeyiz. Üniversite meslek okulu değildir. Üniversal, yani evrensel, ufuk genişleten bilim yuvasıdır, tek boyutlu teknisyen yetiştirme merkezi değildir.
YÖK yüksek eğitimimize bu gözle bakıp üniversiteleri 6 yıla çıkarmayı, teknisyen yetiştirecek ise 3 yıllık yüksek eğitim sistemine gitmeyi düşünmelidir.