VORARLBERG EĞİTİM VE ENTEGRASYON ÖN-RAPORU
hazırlayan
Aydın Nurhan
T.C. Bregenz Başkonsolosu
Ocak 2005
I. GİRİŞ
Başkonsoloslukca eğitim alanında çalışmalar başlatıldığında karşılaşılan ilk şok edici gerçek, 30.000 Türk’ün yaşadığı Eyalette 30 Türk Üniversite mezunun bulunamamış olmasıdır.
Gimnazyumlardaki Türk öğrenci sayısının da övünülemeyecek düzeyde, %3 civarında olduğu öğrenilmiştir.
Vorarlberg'de 30.000 Türk’e satılan Türkçe gazete sayısı yalnızca 200 adettir. Almanca gazete sayısının bundan da aşağı olduğu düşünülebilir.
Entegrasyona gelince, Türklerin çoğunluğu şu an için Avrupa’da kalmaya kararlıdır. Avusturyalıların buna hazır olup olmadıkları net değildir. Entegrasyon şu an için bir hayal, istikbal için sadece bir iyi dilektir.
II. STRATEJİ
Eğitim düzeyi tablosunun sefaleti karşısında çalışmalara köktenci sorularla başlamak gerekecektir. Mevcut sistemi Stratejik derinliğe girmeden düzeltmeye çalışmak, geçmişte olduğu gibi yalnızca palyatif yararlar sağlayabilir.
Çalışmalara başlarken ilk soru şu olmalıdır:
1. Avusturya çokkültürlü göçmenler ülkesi olmaya karar verdi mi? Buna;
-Devlet olarak hazır mı?
-Medya olarak hazır mı?
-Halk olarak hazır mı?
Bu hayati soru yanıtlanmadan ne eğitim, ne de entegrasyon stratejileri geliştirilebilir, tüm kararlar palyatif ve gayrıciddi olmaya mahkûmdur.
2. Avusturya göçmenler ülkesi olmaya hazır değil ise, ülkedeki yabancılar için stratejisi nedir?
a. Yabancıların uzun vadede Avusturya’yı terketmeleri,
b. Kalacaklar ise, asimile edilmeleri
alternatifleri mi düşünülmektedir?
Çalışmalara ancak bilimsel, ciddi ve sonuç almaya yönelik somut gerçekler ışık tutabilir. Müslüman Türklerin asimilasyonunu düşünmek kesin bir hayalciliktir, imkansızdır.
3. Entegrasyon ise, yukarıdaki alternatiflerden çok farklı, multikültürel bir sistemdir, asimilasyondan farklıdır.
Avusturya Türklerin ülkede kalıcı olacağını kabul ve buna göre kesin politikalar geliştirmeye karar verdiği takdirde:
a. Çokkültürlülük alternatifi için ABD göçmen tecrübesi incelenebilir mi?
b. Küreselleşmenin ulus devletler üzerindeki etkileri ve özelde Avrupa Birliği felsefesi içinde yepyeni bir entegrasyon politikası geliştirebilir mi?
c. Başkaca entegrasyon modelleri var mıdır?
Küreselleşme ulus devletlerin egemenliklerini tehdit eder, şemsiye ulus kimliklerini hızla eritip alt kimlikleri hortlatırken, Avrupa Birliği ekonomik yönden güçlü olduğu oranda yeni üst kimlik olarak ulusal kimliğin etkisini azaltabilecek, ama zayıfladığı anda vaktiyle zayıflattığı ulusal bağlar da çözülerek belki de yeni, postmodern bir klânlaşma dönemine dönüşülecektir. Etnik şiddet veya ırkçılık olarak gelebilecek bu dönüşüme karşı uyanık olunması şarttır.
4. Yine, uzun vadeli bir strateji için:
Türklerden kaynaklanan sorunlar
Avusturyalılardan kaynaklanan sorunlar
dürüstçe ve serinkanlılıkla ortaya konulmalı, gereksiz karşılıklı suçlamalardan kaçınılarak geleceğe bakılmalıdır.
Sorunlara yanıt araması gereken yalnızca Avusturya değildir. Türk Devletinin de bu ülkeye gönderdiği vatandaşlarının sorunları konusunda, özellikle AB süreci ile uyumlu ciddi stratejik hazırlıklara başlaması gerekir. Hele ki AB’ye üyelik perspektifinde, onun öncüleri olacak Avrupalı Türk gençleri hakkında.
Ancak ve ancak bu stratejik konular açığa kavuştuğunda net politikalar geliştirilebilecektir.
Örneğin:
Yapılacak stratejik bir çalışmada;
Küresel ekonomik rekabet ortamında
2020 yılında Vorarlberg’de
işsizlik mi olacak,
yoksa işgücü açığı mı?
2020 yılında
Sanayi ve hizmet sektörlerinde
hangi eğitim düzeyinde
ne kadar işçiye ihtiyaç olacak?
Buna göre Avusturya’nın planlı eğitim stratejileri var mıdır?
Var ise bu stratejide Türk çocuklarının yeri nedir?
III. ENTEGRASYON
A. Genel Yaklaşım
Entegrasyon için hayati koşul, halkların bu konudaki istekliliğidir. Bu alanda önemli irade evsahibi durumundaki Vorarlberg halkındadır. Ekonomi iyi gittiği sürece, yabancılar ciddi bir sorun olarak görülmeyebilir. Ama küresel rekabet ortamında Avusturya’da işsizliğin artması ve yaşam standardının düşmesi halinde Vorarlberg halkının ekmeğini yabancılarla paylaşmak isteyip istemeyeceği araştırma konusu yapılmalıdır.
Yapılacak strateji çalışmalarında, fakirliğin artması oranında yabancı düşmanlığının artma ve umulmadık boyutlara varma ihtimali ciddiyetle hesaba katılmalıdır. Avusturya’nın gelecek nesilleri okullar ve medya tarafından psikolojik olarak bu tip olasılıklar için hazırlanmakta mıdır?
Türklere gelince, başta da belirtildiği gibi, bugünkü koşullarda Vorarlberg’de kalmaya karar vermiş, ama kesinlikle asimile olamayacak bir toplumdur. Ayrıca şu olasılığı da ciddiyetle dikkate almak gerekir ki, şu anda dünyanın en büyük 17. ekonomisi olan dinamik Türkiye ekonomisinin kısa zamanda daha üst basamaklara tırmanması ve buna ilaveten Türkiye’nin AB’ne girmesi halinde Vorarlberg’deki emekliler ile nitelikli Türk işgücünün 10 yıl içinde kendiliklerinden Türkiye’ye dönmeleri olasılığı da gözden ırak tutulmamalıdır.
Türkler’in yüksek eğitim almış olanları entegrasyon konusunda umut verici öncülerdir. Ama yoksulluk ve cehalet entegrasyonun baş düşmanıdır, bu faktör Avusturyalılar için de geçerlidir.
B. Yaşam Farklılıkları
1. Genel
Entegrasyon konusu tartışılırken genel bir yanlışa düşülmektedir. Sorun ulusal ve etnik çizgilerde tartışılmaktadır. Gerçekte, birlikte yaşamı etkileyen faktörün, ulusal ve etnik kültür kadar, ve hatta ondan daha fazla sosyal sınıflaşma olduğu gerçeğinin gözardı edilmesidir.
Toplumların alt katmanlarındaki yetersiz ve kaba kültür düzeyi ile rafine, üst kültür düzeyindeki insanlar arasında ortak yaşamı dayanılmaz kılan nice faktör sayılabilir. Bu nedenle birbiriyle iletişim kurmaktan kaçınan insanları ırkçılıkla suçlamak doğru değildir. Kültür düzeyi düşüklüğü her ulustan insan için sözkonusudur ve bu tip insanlar arasında iletişim ve entegrasyon çok sorunlu olmaktadır.
Küresel ortamda, toplumların en üst düzeydeki kültür ve medeniyet katmanlarında her ulustan elit insanların anlaşmaları çok daha kolay ve rahat olmaktadır.
Bu bağlamda Vorarlbergli Türklerin eğitimi, entegrasyon için biricik koşuldur. Aynı şekilde, dünyayı gezen kültürlü insanlar da diğer toplumları tanıyıp hoşgörü ve ortak yaşam becerisi kazanmaktadırlar. Türkiye’yi görmüş Avrupalıların Türkiye ve Türkler hakkındaki görüşleri, görmeyenlere nazaran daha olumludur.
Entegrasyon açısından Türk Devletinin özellikle kültür düzeyi yüksek olan Avrupalıları Türkiye’de turizme ve hatta mümkün olduğunca yazlık ev almaya teşvik etmesinde büyük yarar vardır.
Bu öneride bir adım ileri gidilerek belki Türkiye’nin AB sürecinde Avrupalıların kitleler halinde ev alarak Türkiye’ye yerleşmeye teşvikleri de düşünülebilir. Düşmanlığın korkudan ve bilinmezden kaynaklandığı dikkate alındığında, içiçe geçecek Avrupalılarla Türkler belki bu şekilde yeni bir geleceğe yolalabilirler.
Ama kültür düzeyi düştükçe insanlararası hoşgörü azalmakta, ortak yaşam daha sorunlu hale gelmektedir. Bunun sonucunda insan grupları içlerine kapanmakta, önce psikolojik, sonra da fiziki gettolaşma başlamaktadır. Gettolarda medeni örgütlenme becerilememekte, ortak payda olan din dışında hiçbir alanda ortak hareket ve dayanışma sergilenememektedir.
2.Pratik Sorunlar
Vorarlbergli Türk gençleri haklı veya haksız gerekçelerle bazı diskolara alınmadıklarından, bazı lokanta ve sinemalarda garsonların kendilerine hizmet vermediklerinden, veya geç hizmet verdiklerinden yakınmaktadırlar.
Birçok Türk dışlanmışlık duygusuyla kendi kahvehane ve sosyal ortamlarını oluşturup yaşamlarını kendilerine daha sıcak psikolojik ortam sağlayan kapalı devrede geçirmektedir. Kocaları gibi sosyalleşme olanağı bulamayan Türk kadınlarının psikolojik sorunları daha da büyümektedir.
Avusturyalı yetkililerin entegrasyon çabaları da Türkler tarafından samimi bulunmamaktadır. Öte yandan Türk ve Avusturyalı önderler tarafından düzenlenen Entegrasyon toplantılarında Türkler ile Avusturyalılar arasında etkin kaynaşma sağlanamamakta, toplantılara gelen ve kaynaşanlar ise zaten uzun yıllar birarada olan insanlar olmaktadır. Bunun önemli bir nedeni, paylaşılan ortak hususların azlığı olabilir.
Konu Türklerin Avusturya’ya entegrasyonu olmakla birlikte, aynı entegrasyon probleminin sert yerel kimliği ile tanınan örneğin Lustenau yerlileri için de geçerli olduğu düşünülebilir. Bir Lustenaulu da örneğin bir Hohenems'e gittiğinde o yöre halkı arasında asimile olmaya direnmekte, sert yerel bilinç ve aidiyet duygusuyla kimliğine hassasiyetle sarılmaktadır.
Demek ki konu asimilasyon değil, entegrasyon ve ahenk içinde birarada yaşama çabası olmalıdır.
Öte yandan, Türklerin kendi aralarında modern anlamda örgütlenemedikleri, birlik ve dayanışma sağlayamadıkları düşünüldüğünde, bunun bir üst düzeyi olan Avusturyalılarla birlik ve dayanışma kavramına nasıl ulaşılabileceği de ciddi bir sosyolojik sorun olarak karşımızda durmaktadır.
C. Bürokrasi
Entegrasyon konusunda hem Türkiye, hem de Avusturya bürokrasileri, çoğu kez bilinçsiz ve amaçsız, bazen de duygusal ve tepkisel davranabilmekte, sonuç insanların hem Türkiye’ye, ve hem de Avusturya’ya daha bir yabancılaşmasına, sahipsizlik ve dışlanmışlık duygusuna kapılmalarına yolaçmaktadır. Bürokratlar halka ne kadar samimi davranırlarsa, halktan okadar sıcak yaklaşım görmekte, dışladıkları oranda da tepki almaktadırlar. Yani Entegrasyon bir anlamda bu makamların aynası olmakta, nasıl davranırlarsa onun yansımasını almaktadırlar.
Özellikle eğitim alanında yerel bürokrasiden şikayetler vardır. Bazı okullarda müdürlerin ve öğretmenlerin Türklere zorluklar çıkardıkları konusunda yaygın kanaat vardır, bunların üzerine gidilmediğinde yabancılaşma artmakta, entegrasyondan umutsuzluk derinleşmektedir.
Avrupalı Türkler aynı şekilde Türkiye’ye gittiklerinde de çeşitli bürokratik engellerle karşılaştıklarından şikayet etmektedirler ki, bu da onların Türkiye’ye yabancılaşmalarına hizmet etmektedir.
IV. YÖNTEM
Amaç samimi olarak Entegrasyon ise, ki Türk Devleti bu konuda çok samimidir, ozaman sorunları ele almada holistik, yani toptancı, genellemeci yaklaşımlar çok yanıltıcı olacaktır. Avusturya’ya 1960larda gelen ilk nesil ile 21. Yüzyıl çocukları için uygulanacak entegrasyon politikaları tamamen farklı yöntemlere dayanmak zorundadır.
İlk nesil yaşlı Türkler kimliklerinin katı şekilde bilincinde olup, bazıları Türk vatandaşlığından çıkmayı neredeyse dinden çıkmak ile eş tutmaktadır. Son nesillerde ise kimlik krizi içinde, nereye ait olduğunu bilemeyen birçok genç vardır.
Yapılacak strateji çalışmalarında 5 nesil sonrasını görebilmek gerekir. Örneğin göçmen ülke siyaseti benimsenecek ise, bu ülkedeki Türklerin ABD’dedeki Türkler gibi en geç 5 nesil içinde Türkçeyi kaybetme ihtimali var mıdır?
O takdirde Türk makamları da, Avusturya makamları da ciddi olarak buna göre hazırlanmalıdır. Bu durumda yapılacak çalışmalarda, geleceğin Türk kökenli Avrupalıları için en önemli ve temel unsur, bu insanların kökenleri ile gurur duymalarını, ondan utanmamalarını sağlayacak önlemlerdir. 5. nesil insanlar tüm çabalara karşın Türkçe’yi kaybetseler bile onların gururla Türk asıllıyım demeleri sağlanmalıdır. Bu tedbir, onların sağlıklı psikolojiye sahip olmalarına yetecektir.
Geçiş sürecinde kesin olmamakla birlikte, bazı gözlemlerden yola çıkılarak şöyle bir transformasyon senaryosu denemesi yapılabilir:
Birinci nesil
Sarsılmamış Anadolu kimliğiyle yaşar, yatırımını Türkiye’ye yapmıştır, ya Türkiye’ye döner, ya da torunları için Avrupa’da kalabilir. Kendi kapalı dünyasında yaşamış bu kuşak için artık özel entegrasyon çabasına gerek yoktur, gerçekçi olunmalıdır. Mesela 65 yaşında okuma yazma bilmeyen bir anneanneyi Almanca kursuna zorlamak gerçekçi ve vicdani bir yaklaşım olamaz.
İkinci nesil
Avrupa’da doğmuş veya küçük yaşta buraya gelmiş nesil bugün 40lı yaşlarda, anne-baba olmuş, hatta bazıları nine-dede olmaya başlamıştır. Bu nesil giderek Avrupa’da kalacağına inanmaya başlamış ve yatırımlarını Türkiye yerine Avrupa’ya kaydırmaya başlamıştır. Birinci nesil gibi kimliği yine güçlü, ama dışa açıldıkça tereddütleri artan bir nesildir. Aralarında Türkiye’ye dönmek isteyenler, bir önceki kuşağa göre oldukça azalmıştır.
Üçüncü Nesil
Bu nesil artık tamamen Avrupa’da doğan, 20li yaşlarda ve artık Avrupa’da yerleşik Türklerdir. Kimlik krizinin göbeğindedirler. Anadolu taşra değerleri oldukça sarsılmış, Avrupa değerlerini ise henüz içselleştirememişlerdir.
Dördüncü Nesil
Bu nesilde birçok gencin Türkçesi iyice bozulmuş, bazıları artık Türkçe konuşmaz hale gelmiştir. Kendilerini Türk kültüründen ziyade Avusturya kültürü ile daha barışık hissetmekte, ancak Avusturya toplumunca henüz kabul edilmemiş olmanın sıkıntılarını yaşamaktadır. Üst kültür düzeyindeki şanslı azınlık topluma uyum sağlamış, eğitimsiz lumpen kültüre ait olanlar, değerler bunalımına girmiştir.
Beşinci Nesil
Bu neslin, istisnalar dışında, çok özel ve etkin bir yöntem geliştirilmediği takdirde, büyük ihtimalle Türkçeyi unutma ve kendini Avusturyalı hissetme olasılığı çok yüksektir. Beşinci ve sonraki kuşakların, tüm çabalara rağmen Türkçe’yi unutsalar bile, Türk asıllı olmalarından gurur duymalarına yönelik politikalar geliştirmek gerekir.
Bu perspektifte yapılacak çalışmalara başlanırken bugüne kadar:
Merkezi Hükûmetlerin, Yerel Makamların, Avrupa Birliğinin, Sivil Toplum Örgütleri ve nihayet Üniversitelerin;
Entegrasyon alanındaki çalışmaları için harcanan para,
Eğitim alanındaki çalışmaları için harcanan para,
ile bu alandaki faaliyetleri değerlendirilmeli, ve ama bunca emek ve paraya rağmen amaçlanan eğitim düzeyi ile entegrasyonun sağlanamamasının nedenleri masaya yatırılmalıdır.
Bunun için eski çalışmalardan yararlanılabileceği gibi, bir çalışma grubu saha çalışması yapabilir, entegrasyon konusunda Türk ve Avusturyalılar ile görüşülebilir.
V. AİLE YAPISI
Yabancı ülkede dışlanmışlık duygusunun verdigi psikolojik sorunlar yaygındır. Anne ve Baba uzun saatler işyerinde çalışıp eve yorgun gelmekte, kadının çocuklarına ayıracak vakti kalmamakta, genelde dar olan evlerde bunalan erkekler de çocuklarının başında oturup derslerine yardımcı olmak yerine kendilerini kahveye atmaktadırlar. İki eşin de çalıştığı, kültür düzeyinin düşük olduğu evlerde çoğu çocuk sahipsiz, psikolojik yalnızlık içinde büyür.
Yoksulluktan gelen, Avrupa’da da marjinal maaş alan proleterlerin önceliği ev, araba ve sınırsız tasarruf güdüsüdür. Maddi güvensizliğin ve yarın korkusunun getirdiği mal tutkusu, tasarrufların çocuk eğitimine kanalize edilmesini engellemektedir.
Vorarlberg’deki 40 yaş üzeri Türk kadınlarının %67si, erkeklerinin ise %20si okuma yazma bilmez.
Ailelerdeki düşük tahsil düzeyi nedeniyle modern yaşamda eğitimin hayati önemi idrak edilememekte, bu bilinç çocuklara da aktarılamamaktadır. Bilgisiz ve özellikle Almanca bilmeyen velilerin çocuklarının tahsiline ilgisiz kalmaları doğaldır.
Veliler tabii ki çocuklarını severler, ve hatta onların isteklerini Avusturyalı yaşıtlarından geri kalmasınlar diye fazlaca yerine getirirler. Örneğin çocuklarına bilgisayar alırlar, ama onun ne işe yaradığını, çocuklarının ders yerine oyun oynadığını, böylece alınan aracın, denetlenmediği takdirde derse yarar değil, zarar verebileceğini düşünemeyebilirler.
Avrupa’daki bir başka ilginç sosyolojik gözlem ise, Türkiye’de metropollerde okuyup zamanla kentsoylu olan taşralılar, kente kendilerinden sonra gelen taşralıları da devşirip içlerinde asimile edebilirken, Avrupa’da tersi bir trend yaşanmakta, Anadolu işçi kültürü, arasına yeni gelen, burjuvalaşma aşamasındaki diplomalı taşralıları içine çekip asimile etmektedir. Çok yüksek kültür düzeyindeki bazı diplomalılar alt Anadolu kültürüne asimile olmak korkusuyla Türk toplumuna tamamen yabancılaşmakta, Avrupalılarla evlenmekte veya entegre olmaktadır. Ancak bu entegrasyon da muhkem Anadolu kültürünün Batı ile sağlıklı bir entegrasyonu değildir.
VI. AHLAK
Yabancı ortamda kimliğini kaybetme korkusu insanları geleneksel değerlerine daha bir sarılmaya itmektedir.
Avrupa seküler burjuva ahlakı yüzyıllar süren çatışmalar sonucunda varılan uzlaşmaya dayanır. Kısaca:
“Sen beni saymazsan, ben seni saymazsam ikimiz de kaybederiz
Sen çalarsan, ben çalarsam, ikimiz de kaybederiz.”
örneklemesiyle anlatılabilecek burjuva sosyal kontratı, ruhlara bir iki nesilde aşılanabilecek bir ahlak sistemi değildir.
Otomobil süren bir Avrupalı yola inecek bir yaya gördüğü anda frene basıp nazik şekilde yol veriyor ise, bu davranış tanrı veya polis korkusundan değil, ruhuna sinmiş yüzyılların burjuva ahlakından kaynaklanır. Geleneksel din ahlakı da, doğru anlaşıldığında benzer davranışları getirir.
Ama kentlerde gevşemeye başlayan inanç sistemi çok kısa zamanda çöktüğünde genç nesillerde ahlaki boşluk yaratır, zira dinin yerine burjuva ahlakının oluşması en az 5 nesil gerektirir.
Avrupa’da Türk gençleri arasında artan uyuşturucu, fuhuş ve hırsızlık vakalarının temel nedeni, henüz seküler burjuva ahlakı oluşmadan teolojik ahlakın hızla çökmesidir.
Bu durumda burjuva ahlakının oluşma sürecini hızlandırma imkanları bulunabilir mi? Yoksa din derslerine önem verilerek bu 5 nesillik geçiş sürecini ahlaki boşluğa yolaçmayacak şekilde yumuşatmak mümkün olabilir mi?
Çalışmalarda bu hususun da ciddiyetle irdelenmesi gerekir.
Euro İslam
Günümüzde İslam Terörizmi olarak adlandırılan, masum insanları arkadan hançerleyen gayrınizami savaş tekniği, Birinci Dünya Harbi sırasında Osmanlılara karşı İngiliz Yüzbaşı Lawrence tarafından geliştirilmiştir. Bu din teröristleri daha sonra ABD tarafından devralınarak Afganistan’da Rusya’ya karşı kullanılmış, daha sonra da Frankenstein’ın yaratığı gibi, yaratıcılarına saldırmaya başlamıştır.
Bu arada zarar gören ılımlı dünya müslümanları olmuştur. Sonuçta Avrupa da zarar görmeye başlayınca ülkeler İslam dinini kontrol ihtiyacı duymaya başlamışlar, siyasette ve akademiada Euro-İslam olarak adlandırılan Avrupa’ya özgü, barışçıl yeni bir İslam yorumu, ve hatta mezhep arayışı başlamıştır.
Sözkonusu arayışlar 5. nesil ve sonrası Avrupalı Türkleri derinden etkileyecek sonuçlar getirebilir. Bu bakımdan Avrupa ile İslam dinini tarihi boyunca hem teoride ve hem de pratikte son derece ılımlı ve içleyici şekilde uygulayan Türkiye arasında mutlak işbirliği şarttır. Son derece hassas olan bu alanda yapılacak en küçük hata umulmadık felaketlere yolaçabilir, bu nedenle tüm sorumluların iyiniyetli ve dikkatli işbirliği yapmaları gerekir.
Avrupalıların şu hususu da artık dostça ve gerçekçi şekilde kabul etmeleri gerekir. Türkler dinlerini değiştirmezler. Din değiştirmedikçe de asimile edilemezler. Ozaman şu soru sorulabilir. İslam silinemeyeceğine göre, Türkler de zaman içinde Avrupa toplumuna Yahudiler gibi farklı dinleriyle kabul edilebilirler mi?
Veya, Bernard Lewis gibi oryantalistlerin sürekli korkutmaları ile etkilenen Avrupalılar Hristiyanlık güdüsü ile Avrupa’lı müslüman Türklerin zamanla çoğalmasına veya servet ve kudret kazanmalarına gerçekten sırf müslüman oldukları için mi karşıdırlar? Avrupalı elit bu konuda da fikirlerini ve duygularını netleştirmek zorundadır, zira kesin çözümler netleşmiş, samimi fikirler üzerine bina edilecektir.
VII. KUŞAKLARARASI ÇATIŞMA
Yukarıda da belirtildiği gibi ilk kuşaklar yabancı diyarda psikolojik denge bozukluğuna karşı panzehiri din ve geleneklere daha bir sarılmakta bulmuş, hatta bazıları bunda aşırıya kaçmış, radikalleşmişti.
Geleneksel değerleri modernite ile akıllı bir dengede götürebilen aileler nisbeten huzurlu bir ortamda çocuk yetiştirme imkanını bulmuşlardır. Ancak geleneksel köy değerlerini 3. hatta 4. kuşağa taşıyan ve bunları sertlikle uygulayan aileler, dışarıda modernite ile içli dışlı olan çocukları ile çatışmaya başlamışlardır.
Gençler evde nekadar baskı olursa mutluluğu okadar dışarıda ve arkadaşlarda aramaya yönelmekte, baskının ağırlığıyla orantılı bir sür’atle gelenek ve din ahlakından kopuş başlamaktadır.
Lumpenleşen gençler için ailelerin buldukları kolaycı, kestirme çare onları 18-20 yaşında alelacele evlendirme olmuş, ama bu evliliklerin birçoğu boşanma ile sonuçlanmıştır. Yelpazenin radikal kanadına ise esrar, fuhuş, hırsızlık çeteleri oturmuştur.
Vaktiyle uyuşturucu bağımlısı olup şu anda mazbut bir aile reisi olan bir gencimiz, şu anda Vorarlberg’deki genç Türk erkeklerinin %90ının, kızların ise %25inin esrar içtiği iddiasında bulunmuştur. Bu sert iddiayı duyan öğretmenler orantıyı saçma bulmuşlar, ama bazıları %10, diğerleri ise %20 civarında tahminler yürütmüşlerdir. Orantılar hakkında fikri sorulan bazı vatandaşlarımız da %20 ile 30 civarında, ve giderek artan oranlar için fikir yürütmüşlerdir.
Öte yandan, tüm geleneksel baskılara rağmen erkeklerin tamamına yakının, kızların da %80inin flört ettiği ve diskoya gittiği ifade edilmiştir. Özellikle Türkiye’den yapılan evliliklerin çoğu boşanma ile sonuçlanmaktadır. Avusturyalılarla karma evliliklerde başarı oranı ise %5 civarındadır.
A. Gençlik sorunları
Gençler şu an 3. ve 4. nesil Türk grubudur. Anne ve babalarının Anadolu’dan getirdiği gelenek ve din anlayışından kopmuş, ama henüz laik Batı ahlakını içsellestirememiştir. Bu geçiş sürecinde bir yandan cahil anne-baba baskısıyla, diğer yandan dış dünyadaki yabancılaşmayla bunalan ve hızla ahlaki boşluğa düşen gençler ileride Avusturya toplumu için birer saatli bomba haline gelebilirler.
1. Erkek Çocuklar
Türkler genelde fakir mahallelerde, getto benzeri kapalı ortamlarda, küçük evlerde yaşamaktadırlar. Evde özel odası olmayan gençler bunalarak kurtuluşu dış dünyada bulmaktadırlar. Anne-Baba işyerinde çalışmakta, çocuklar sahipsiz büyümekte, esrar ve fuhuş dahil, kötülüklere bulaşmaktadırlar. İşsizlik nedeniyle bunalan gençler kötü yollara sapmaktadır. Avusturya’da 18-25 yaş grubunda işsizlik hızla artmakta, bundan en fazla eğitimsiz Türk gençleri etkilenmektedirler.
Eğitimsiz Türk çocukları dilleri yetersiz olduğu için kendilerini net olarak ifade edememekte, sözle savunamamakta, neticede şiddete başvurmaktadırlar.
Edinilen bilgilere göre esrar içen bir gencin aylık esrar masrafı 400 Euro’dur. 200 Euro da sigara parası, toplam 600 Euro yalnızca bunlara gider, sonuç tabii namussuzluk ve hırsızlıktır. Cezaevlerinde Türk gençlerinin sayısı henüz korkutucu oranlarda değil ise de (21 civarında), rakamlar giderek yükselmektedir.
Özellikle kültürel yönden güvensizlik duygusundaki gençler ABD'deki zenciler gibi, toplumda saygınlık getireceği kanısı ile pahalı spor giysiler, ve imkan varsa otomobiller almaktadırlar. Yine, kendilerini ispat çabasındaki bazı gençler spor dallarında Avusturyalıların önünde gitmektedirler.
Aslında kendini ispat çabası iyi yönlendirilebildiği takdirde azınlık psikolojisi Avrupa Türklerini kırbaçlayarak büyük başarılara götürebilir. Bu anlamda gençler henüz kayıp değildir ve doğru politikalarla kesinlikle başarıya yönlendirilebilirler.
2. Kız çocuklar
Muhafazakar ailelerin baskısı kız çocuklarını daha da fazla bunaltmaktadır. Baskı arttıkça kızlar ailelerine yabancılaşmakta, erkek çocuklar gibi onlar da mutluluğu dışarıda aramaktadırlar. Baskı nedeniyle evden kaçıp fuhuşa düşen veya başarısız evlilik yapan kızların sayısı giderek artmaktadır.
VIII. Dernekler
Vorarlberg’de modern demokratik anlamda ortak çıkarları güçlü ve etkin şekilde takibe yönelik dernekçilik yoktur. Türkler özellikle yerel ve genel Avusturya siyasetine ilgi duymamakta, apolitik kalmakta, bu da haklarını aramama ve eğer haksızlığa uğramışlar ise bunu kabullenme anlamını kazanmaktadır.
Türk dernekleri arasında özellikle mali yönden başarılı dernekler din cemaat dernekleridir. Vorarlberg’de 5 kişiden birinin cami ile irtibatlı olduğu, yani ortalama her ailenin cami ile ilgisini hala bir şekilde sürdürdüğü ifade edilebilir.
Derneklerde hizmete yönelik güdü ile saygınlık kazanma güdüsü karşılaştırıldığında, toplumda saygınlık kazanma güdüsü daha ağır basmakta, dernek başkanları yerlerine bırakacak genç yetiştirmemekte, birgün görevden ayrıldıklarında da dernekler büyük zorluklara girmekte veya çökmektedir.
Derneklerin klasik yaklaşımlardan ziyade hizmet dernekciliğine dönüştürülme çareleri arandığında başta sorunlu öğrencilerimize destek dersleri olmak üzere birçok alanda ciddi yardımlaşma olanakları ortaya çıkabilir.
Belki Camilerin kütüphaneleri daha da zenginleştirilerek halkın ilgisi arttırılabilir, hatta gezici kütüphaneler kurularak gönüllü gençlerce evlere kitap dağıtımı yapılabilir. Sonra
belki 3 ayda bir gençlere ayrı, büyüklere ayrı, okunmuş kitapların yorumu yarışmaları da düzenlenerek okuma teşvik edilebilir.
Bu kapsamda imamlar da Cuma hutbelerinde mutlaka 10ar dakikalarını EĞİTİM konusuna ayırmalı ve ailelere tüm servetlerini çocuklarının eğitimine tahsis etmelerini öğütlemelidirler.
Vorarlberg’deki Türkler Türkiye’ye çok bağlı ve vatanlarını severler, ama modern, demokratik, pratik ulusalcılığın farkında değillerdir. Ortak sorunlarda, ortak çıkarlarda asgari müştereklerde biraraya gelip etkin olmayı becerememektedirler. Demokratik örgütlenme konusunda belki hem Avusturya, hem de Türk makamlarınca kendilerine kurs ve bilgilendirme projeleri hazırlanabilir.
IX. EĞİTİM
Vorarlberg’deki Türk çocuklarının eğitim durumu Türk Devleti için de, Avusturya Devleti için de övünülemeyecek durumdadır. Ciddi çözüm için şu husus bilinmelidir ki, başarısızlığın temel kaynağı çocuk değil, cahil ailedir. Eğitime hamilelik döneminden başlanması gerekir.
Genel
Genel Entegrasyon alanında ifade edildiği gibi, eğitim konusunda alternatif stratejik modeller saptanmadan Türklerin özel durumları da vuzuha kavuşamaz.
Mesela azalan nüfus nedeniyle Avusturya ilkokulları kapanabilir, öğretmenler işsiz kalabilir. Öyle bir durumda Türk öğrencinin konumu ne olur stratejide? Veya Türk gençlerinden ne sayıda öğretmen yetiştirmek ister Avusturya? Acaba Avusturya doğumlu, Avusturya vatandaşı Türk çocukları Avusturyalı öğretmenler olarak Avusturya ile Türk aileler arasında ne rol oynamışlardır? Bu alanda ne yarar sağlamışlar, acaba akademik bir araştırması yapılmış mıdır? Stratejik planda örneğin Pedagoji Akademilerinde %5 kontenjan Türk asıllı öğretmen adaylarına ayrılsa, Türk gençleri öğretmen olmaya teşvik edilseler?
Yine başlangıçta da vurgulandığı gibi, Türkçe ve İslam din dersleri Entegrasyona yararına inanılarak mı? yoksa inanılmayarak mı, yani samimiyetle mi, yoksa kerhen mi verilmektedir? Bu dersler uzun vadede Avusturya için yararlı mı görünüyor, yoksa zararlı mı?
Bu hususlarda bir kez karar verildikte, onu ciddi uygulamak, gereken finansı da sonuna kadar sağlamak gerekir.
A. Hamilelik dönemi kursları
Büyük, güçlü insanların geçmişine bakıldığında birçoğunun temelinde aydınlık kafalı, müşfik anneler görülür.
Annesi cahil çocuklar eğitimde annesi kültürlü çocuklar kadar şanslı değildirler.
O nedenle Avrupa’daki müstakbel Türk annelerinin kültür ve dil eğitimlerine önem verilmelidir.
Özellikle hamilelik döneminde müstakbel anne ve babaya çocuk bakım ve yetiştirme kursları verilmesi şarttır. Bir insanın hayattaki en değerli hazinesinin çocuk olduğu, onun doğru eğitiminin dünyadaki tüm değerlerden üstün olduğu, her ne pahasına olursa olsun en iyi şekilde eğitiminin gerektiği, dövülüp, bağırılıp çağırılmadan, şefkatle yetiştirilmesi gerektiği, kavgalı evden huzurlu evlat çıkmayacağı bu kurslarda öğretilmelidir.
Eğitimsiz ve bilinçsiz insanlar zorla kurslara getirilemeyeceğine göre akla iki şık gelmektedir:
1. Pedagogların, aile uzmanlarının eve gönderilmeleri,
2. Kursa katılacak çiftlere her katıldıkları kursta, anında 20 Euro teşvik parası verilmesi
Bu yöntem belki büyük mali meblağ gerektirebilir. Ama uzun vadeli yatırım olarak bakıldığında getirisi ve sosyal belaları önlemedeki başarısı çok büyük olacaktır. Böyle bir proje için AB bütçesinden fon istenilmesi de düşünülebilir.
B. Doğum Sonrası İlk Yıl
Çocukların beyin sistematiğinde ve ruh sağlığında ilk 3 yılın hayati önemi dikkate alınarak ailelerin bu konuda eğitilmeleri gerekir. Eğer anne-baba eğitimsiz veya meşgul ise, çocuk doğduğu andan bir yaşına kadar başucunda Kaset ve CD ile kendisine ninniler çalınabilir. Bu görevi, anne-baba evde yokken ağabey ve ablalar da yapabilirler. Kaset ve CD'ler Milli Eğitim Bakanlığı tarafından uzmanlara hazırlattırılabilir.
C. 1-3 Yaşlar
1-3 yaş arası çocuklara anne ve babalar masal okumamaktadırlar. Okuyabilseler bile telaffuz hataları olabilir. Hatta yanlış ve yarım Almancasıyla çocuğuna Türkçe ile karışık Almanca öğretmeye kalkan anneler onun beynini hepten karıştırmakta, mantık gelişimini bozmaktadır.
Bu sorunun giderilmesi için de 1-3 yaş grupları için masal Kaset/CD'leri yine Milli Eğitim Bakanlığınca Tiyatro Sanatçılarına düzgün Türkçe ile hazırlattırılabilir, bu masal kasetlerinin çocuklara çalınması kampanyalarla teşvik edilebilir. Masal dinlemek hem çocukların temiz bir Türkçe şivesi kazanmasına yardımcı olacak, hem de özellikle muhakeme güçlerini harekete geçirecektir. Ebeveyne de hiç olmazsa çocuğa günde birkaç dakika ayırıp ogün dinlediği masalı anlattırması ve yorumlattırması, bu sayede çocuğa muhakeme yeteneği kazandırılabileceği anlatılabilir. Bu süreçte çocuğa hiç Almanca öğretilmemelidir.
*Avusturya Eğitim Bakanlığı Raporu
“Çocuk, soyut kavramları ancak anadilde kavrayabilir. Anadilini bilmeyenin zekası gelişmiyor, lise ve üzerindeki okullarda başarı gösteremiyorlar.”
D. 4-5 Yaş (Kindergarten)
Türk çocukları evde yeterince eğitimli ebeveyn elinde yetişmedikleri için ilkokula çok hazırlıksız, hatta Türkçe yönünden bile yetersiz girmektedirler.
Yuvaya verilen çocuklarda ise çoğu kez zihni ve bedeni disiplinsizlik ve sorumsuzluk dikkat çekmekte, sınırları kesinlikle belirlenmiş davranış kalıplarıyla, sıkı disiplinle ve sorumluluk duygusuyla yetişmiş Avusturyalı çocuklarla arkadaş olmak isteyen Türk çocukları, bir de dil engeli ile karşılaştıklarında Avusturyalı çocuklarla sorunları olmaktadır.
Kindergarten sınıflarında Türk çocukları oran olarak az ise intibak süreci kısalarak sorunlar azalmakta, ama Türk çocuklarının yoğun oldukları sınıflarda bu süreç ve getirdiği sorunlar artmaktadır.
Gerçekte Türk çocukları için belirlenmiş özel bir kindergarten eğitim politikası görülememektedir. Vorarlberg Eyaletinde yalnızca 2 Türk yuva ögretmeni bulunmaktadır ki, bu anlamlı bir sayı değildir. Türk öğretmen ihtiyaç ise, bir plan dahilinde her yerde olmalı, gereksiz ise hiç olmamalıdır.
Avusturya eğitim Bakanlığı raporunun da vurguladığı gibi, çocuğun ilk yaşlarda net anadil eğitimi alması şarttır. Mevcut sistemin yetersizliği ortada iken, belki yuva çağına gelen Türk çocuklarının toplu bulundukları yerlerde Türk çocukları için Türk öğretmenlerle özel yuvalar açılması düşünülebilir.
Türk yuvaları, daha önce evde temiz bir Türkçe ile yetişen çocukların, CD veya ebeveyn desteği ile edindikleri temel Türkçe’yi pekiştirme görevi yapabilir, temiz Türkçe ile şekillenen beyinlerin yine temiz bir Türkçe ile muhakeme yeteneğinin ilerletilmesi yuvalarda sağlanabilir. Yuvada çocuklara ilk kez Türk kimliğine ilişkin övünülebilecek kültürel değerler, destanlar ve efsaneler anlatılabilir.
E. 6 Yaş (Kolej Hazırlık Sınıfı)
İlkokul çağına gelen çocukların aileleri çocuklarının Almancasının yetersiz olması nedeniyle (Geri Zekalılar Okulu) olarak gördükleri Sonderschule adlı okullara gönderilmesinden korkmaktadırlar. Zira çocukları Sonderscule’ye göndermede hata payı %20dir. (Sonderschule yabancı oranı %49, bunun içindeki Türk çocuğu oranı %85dir) Bir de veliler öğretmenlerden çekinmekte, çocuklarına zarar verildiğinde sistemin öğretmenlerden yana çıkacağı korkusuyla haklarını arayamamaktadırlar.
Gerçekte, araştırmalara göre fen ve matematikte Türk çocuklar %70 düzeyinde başarılı olmakta, sosyal derslerde gerilere düşmektedirler. Bu da göstermektedir ki, Türk çocuklarının zeka yönünden bir sorunları bulunmamaktadır.
Almancası yetersiz öğrencilerimizin ders başarılarının düşüklüğü tabiidir. Buna karşı çare olarak denenen Türkçe öğretmen destekli dersler vb. çabalar kesin çözüm olamamaktadır.
Soruna kesin çözüm, Türkiye’deki yabancı kolejlerdeki Hazırlık Sınıfı yönteminin Vorarlberg’de hiç olmazsa pilot proje olarak başlatılması olabilir. Türkiye’deki yabancı okullar müfredatı ile kolejlerde büyük başarı sağlayan bu yöntemin Avusturya’da çalışmaması imkansızdır. Adı Kolej Hazırlık Sınıfı olacak bu geçiş sınıfları ailelerde psikolojik kaygı yaratmayacak, bir yıl yalnızca Almanca eğitim alacak Türk çocukları ertesi yıl ilkokula yaşıtlarıyla eşit şartlarda başlayacaklardır.
Hal-i hazır sistem okadar başarısızdır ki, evlerdeki Türk televizyonları okulda verilen Almanca bilgisini kolayca altedebilmektedir.
F. İlkokul
PISA Araştırmasına göre Avusturya 40 ülke arasında 18. sıraya düşmüştür. Bazı çevreler bu düşüşü ülkedeki Türk öğrencilerinin başarısızlığına bağlayarak o çocukları suçlama eğilimindedir. Gerçekte bu sonuç Türk çocuklarına uygulanan eğitim programının yanlışlığını göstermektedir.
Bir başka kolaycılık da, yerel koşullar gözardı edilerek Avusturya okullarının Almanya tarafından hazırlanan Türkçe kitaplarını okutmasıdır.
Sınıfta kalan bir çocuğun Avusturya devletine maliyeti 9000 Euro’dur. En azından ekonomik açıdan Avusturya Devletinin Türk çocuklarının başarısı için daha büyük yatırımlar yapması ve onları başarıya ulaştırması karlı olacaktır.
IV. Ortaöğrenim
Mecburi orta öğrenim sırasında gençler buluğ çağının psikolojik yükünü de üstlenerek aile, toplum, okul üçgeninin arasında bunalım yaşamaktadırlar.
Kimliğini, aslını arama da bu dönemde başlamaktadır.
Avusturya’da özellikle alt gelir grubundaki aileler Türkiye'dekiler gibi eğitim yarışına girmemekte, çocuklarının kısa yoldan hayata atılıp eve para getirmesini yeğlemektedirler. Bu tercihe bir de evliliğin toplumsal kötülükleri önleyebilecegi umudu ile gençlerin alelacele ve erkenden evlendirilmeleri de katkı sağlamakta, sonuçta yaşam önceliklerinde eğitim geri plana düşmektedir.
Bu ortamda okuma hevesi körelen Türk çocuklarının istikbale ilişkin hedefleri körelmekte, tek hayalleri bir vatandaşımızın ifadesiyle “okumadan zengin olabilmek?” ve “400 beygirlik spor arabalara binmek” olmaktadır.
Eğitim konusundaki ilgisizlikleri vurgulanan Türk aileleri kendilerini savunmak için Türk öğrencilerinin Avusturyalı eğitimcilerce depo olarak kullanıldıkları, gelecek yıl azalacak öğrenci sayısını kompanse etmek üzere bazı çocukların özel olarak sınıfta bırakıldığı, çocuklarıyla ilgilenen Avusturyalı ailelerin okul idarelerine çocuklarını Gymnasyuma göndermek için baskı yaptıkları, bu nedenle Türk çocuklarına kontenjan kalmadığı savlarını ileri sürmektedirler.
Avusturya eğitim sistemi öğrencinin başarısını ölçmeye çalışmaktadır, gerçekte ölçülmesi gereken şey önce ailelerin başarısı, sonra da öğretmenlerin başarısıdır. Tabii onların başarı ölçümü de sistemin ciddiyetinin sorgulanmasını getirecektir. PISA raporu da bunu gerektirmektedir.
V. Yüksek Öğrenim
Yüksek öğrenimdeki Türk çocuklarının oranı maalesef binde bir civarındadır. 30.000 Türk'ün yaşadığı eyalette 30 Üniversite mezunu bulmak zordur. Gymnasiumlardaki Türk öğrenci sayısının %3 olduğu dikkate alındığında yapılacak tek iş Anne-Babaların aydınlatılmasıdır.
Elit Yetiştirme Projesi
Türkiye’nin, AB sürecinde isteseler de, istemeseler de öncü rolünü üstlenmek zorunda kalacak Avrupalı Türkler için şimdiden Avrupa Türk Eliti yetiştirmekte yarar vardır.
Bu kapsamda Avrupa'da üstün yetenekli Türk çocukları için elit kolejler kurulabilir. Belki Türkiye’de okulları bulunan Avrupalı devletlerle işbirliği içinde o okulların aynısı Avrupa’da kurulabilir. Galatasaray, Alman, Avusturya Liselerinin kardeş kolejleri düşünülebilir. Bu okullarda Türkiye’dekilerle aynı müfredat, aynı Türkçe derslerle uygulanabilir. Hatta bu kolejlerin yatılı olmalarında fayda vardır.
Suudi Arabistan’da Cidde’de masrafları Türk Devleti tarafından karşılanan 1000 öğrencilik okul işletebilen Türk Devleti benzer 5-10 okulu da Avrupa’da kolaylıkla işletebilir, Türkiye bütçesi için bukadar minik bir gider asla sorun olamaz. Sorun, yurtdışında zor şartlarda yaşayan yavrularımızın dertlerine ciddiyetle eğilerek, onlar için vicdanı kanayarak çare arayabilme sorunudur. Ankara’dan Vorarlberg’e 40 yıldır araştırma heyeti gelip buradaki öğretmenleri dinlememiştir. Biri hariç, Eğitim Müşavirleri eyalete gelip yerel makamlar ve öğretmenlerle temas kurmamış, vicdanları kanayarak yavrularımızın sorunlarına çare aramamışlardır.
Aynı şekilde Vorarlber Eyaleti de, Federal Hükûmet de, bir gün olsun Eyaletteki Türk öğretmenlerini toplayıp görüş ve tecrübelerinden yararlanmayı düşünmemiş, kendilerine rapor hazırlatmamıştır. Yerel makamlar halktan da, Türk devletinden de görüş istememişlerdir.
Öte yandan, Avrupalı Türklerin kültür öncülerini yetiştirmek üzere büyük Avrupa Birliği konsepti içinde, Avrupa'da üniversite bitiren her Türk gencine serbest dolaşım hakkı verilebilir. Buna “Brain Drain” nedeniyle Türkiye’den, yabancı düşmanlığı nedeniyle Avrupa’dan itirazlar yükselebilir. Fakat itirazlar kapalı ekonomiler ve kapalı zihniyetler için haklı olsa da tek Avrupa kavramı içinde geçersiz kalacaklardır.
Aynı kapsamda Başkonsolosluğumuzca başlatılan “Young Professionals” projesinin Avrupa geneline yayılması da düşünülebilir. Bu projeye göre 30 civarında Türk üniversite mezunu her ay biraraya gelerek zarif bir ortamda öğle yemeği yiyecek, her yemeğe davet edilen şeref konuğu (alanlarında başarılı insanlar) da gençlere 360 derece dünya ufku kazandıracak, entelektüel nefes aldıracak yaşam tecrübelerini aktarabileceklerdir.
Bu yemekler bir yandan eğitimli gençlerimiz arasında dostluk ve dayanışmayı pekiştirirken, diğer yandan da onları takip eden gençler için örnek ortamlar yaratacaktır. Projenin ikinci aşamasında yemeklere Türk sayısı kadar Avusturyalı gençler de katılacak, böylelikle Türk öncü eliti ile Avusturyalı yemek arkadaşları arasında sıcak ilişkiler kurulmuş olacaktır.
Ve nihayet, çok uzak olmayan vadede, okumuş Anadolu çocuklarından klasik, dar, feodal dernekçilik dışında 360 derece dünya ufku kazanmış, oturmasını, kalkmasını, dünya çapında değerlere anlamlı sorular sorma yeteneğini kazanmış zarif bir elit yetiştirmek ve bu değerlerin 21. Yüzyıl Avrupalı Türkleri için liderler olmasını sağlamak mümkün olabilir.
Türk ve Avusturya Devletleri de bilmelidir ki, bu projeler uzun vadede çok başarılı sonuçlar getirebilir, o nedenle başta devlet fonları ve hatta AB fonları olmak üzere her türlü maddi ve manevi imkanla desteklenmelidir.
Ve nihayet, Türkiye’nin uzun vadede AB üyesi olacağı ve şu anda da Avrupa ile içiçe olduğu gerçeğinden hareketle Avrupa okullarında Türkçe’nin ikinci yabancı dil olması için fikir jimnastiği yapılmalıdır.
Türkiye’nin Avrupa Birliği sürecinde Türkiye ile Vorarlberg arasında yaygın öğretmen ve öğrenci mübadelesi de düşünülebilir.
Din Dersleri
Türkiye’de dine taraf ve karşıt çevrelerin radikal ideolojik çatışmaları yurtdışı din eğitimi alanında çıkmaz sokaklar yaratmaktadır. Türkiye’de 12 yaş altındaki çocuklara din eğitimi yasaklanmışken, Avusturya hükûmeti bunda sakınca görmemekte, T.C. Din görevlileri de Avusturya’da, diğer dini cemaatlerden geri kalmamak için 12 yaş altındaki çocuklara din eğitimi vererek bir tezat içine girmektedirler.
Avusturya’da 1912 yılında İslam resmi din olarak kabul edilmiş, ama bayram ve minare hala kabul edilmemiştir. Yani İslam Avusturya’da gerçekte yarım kabul görmüş durumdadır. Ülkede Türk kültürü dersleri mecburi olmamakla birlikte, Din dersleri mecburidir. Bu nedenle, toplam 119 Türk kültürü öğretmenine karşılık 300 civarında İslam din dersi öğretmeni vardır. Çoğu yeterli niteliğe sahip olmayan din dersi öğretmenlerinin 70i Türktür.
Bazı Türk aileler din dersi hocalarından memnun değillerdir.Hristiyanlık dersi sabah zihin açıkken verilmekte, Türk çocukları dışarıda beklemekte, Türkçe kültür ve din dersleri ise öğleden sonra yorgun ve bıkkın dimağlara verilmektedir.
Birçok Türk aile Din derslerinin Almanca verilmesine karşı çıkmaktadır. Bu konunun uzun vade için tekrar değerlendirilmesi gerekir.
Türk Kültürü Dersleri
Türk Kültürü Dersleri ögleden sonra, çocuklar yorgun iken yapıldığı ve bu seçmeli derse rakip, zihni yorgunluk sonrası kolay gelen spor ve müzik dersleri olduğu için çocuklar Türkçe derslerine girmek istememektedirler. Hatta birçoğu babalarının imza taklidiyle kurstan kaçmaktadırlar. Derslere katılım oldukça düşük olup 4700 öğrenciden 2500ü kursa gelmektedir. Toplam 11 Türk öğretmen bu sayıya bile yetersiz kalmaktadır. Kurs kitaplarının yetersiz olduğu konusunda ciddi şikayetler bulunmaktadır.
Vorarlberg’de ilk ve orta öğrenimdeki 4700 Türk çocuğu için görev yapan 11 Türk kültürü öğretmenine ilaveten Avusturya’da okumuş, Avusturya Eğitim Bakanlığının resmi maaşlı öğretmeni gençlerimizin Vorarlberg Eyaletindeki sayısı 4 adettir. Türkiye’den gelmiş, evde oturan 30 hanım öğretmenimiz ise bu ülkede değerlendirilmemektedir.
Türk Kültürü öğretmenleri sözleşmeli olup, (sözleşmeleri yıllık yenilenir) haftada zorunlu 22 saat ders verirler. Alabildikleri ders saati sayısına göre ortalama 1500 euro aylık ücret alırlar. Ücretleri 750 Euro’nun altına düşmez. Maaşlarının azlığından ve ücretli olmalarından anlaşılacağı üzere bir garantileri olmayan öğretmenlerimiz de diğer vatandaşlarımız gibi ciddi maddi ve psikolojik baskılar içindedirler. Öğretmenlerimiz sahipsiz ve kırıktır. Onlara yepyeni bir ruh, hedef ve dinamizm verilmelidir. Ciddi mali sıkıntı içindeki bazı öğretmenlerimiz özel dersler vererek bir nebze bütçelerini düzeltme çabasındadırlar.
Türk kültürü dersleri zorunlu olmayıp ailelerin isteğine bağlı olduğu için, Türk öğretmenleri ailelere gidip derslerine girecek asgari 12 öğrenci bulmak zorunda bırakılmaktadırlar. Bazı cahil aileler, çocuklarının Türk kültürü ihtiyacını idrak etmeden “zavallı öğretmen aç kalmasın diye gönderiyoruz çocuğu” derler. Kimi veli ise, öğretmen dinci veya Kemalist diyerek çocuğunu ona göndermez.
Gerçekte Türk öğretmenler Avusturya ortamında ezilen çocuklar için psikolojik deşarj sağlamakta, onlara dert babası olmakta, çocuklarımız onlara nazlanmaktadırlar. Anadil dersine gelen öğrenciler diğer derslerinde daha başarılı, okulda daha sosyal olmakta ve taşkınlıkları törpülenmiş olmakta, kendilerine güven gelmektedir.
Haftada 2 saat Türkçe kurs yasak savmaktır, yetersizdir. Aslında sistemin uzun vadede kökten değiştirilmesi gerekirken, kısa vadede çocukların kültür derslerine gönderilmeleri için Bregenz Başkonsolosluğunun ilan panosuna teşvik mesajları asılabileceği gibi, iş için Başkonsolosluğa gelen vatandaşlara beklerken video yayını ile de teşvik edici yayın yapılabilir. Ayrıca evlere mektup da gönderilebilir.
Destek Kursları
Türk çocuklarının okullarda başarı düzeyinin düşüklüğü elde sabit veridir.
Bunun ana kaynağı olarak ailelerin cehaleti ve ilgisizliği de sabit veridir.
Ohalde otomatik yanıt, bu çocuklara aile desteği yerine geçecek destek bulmaktır.
Bunlar neler olabilir?
Okullarda öğleden sonra:
a. mütalaa dersleri, yani rehber destekli ödev yapma dersleri,
b. zayıf olan dersler için özel destek dersleri
c. rehber öğretmenlerin zayıf öğrencileri ev ziyaretleriyle takip etmeleri
d. rehber öğretmenlerin sürekli ev ziyareti ile aileleri eğitim konusunda uyandırmaları
e. gönüllü Avusturyalı veli ailelerin sorunlu Türk çocuklarına velilik yapmaları.
Devlet destekli kurslar dışında başta din cemaat dernekleri olmak üzere çeşitli dernekler de öğrencilere dini veya teknik konularda destek dersleri düzenlemektedirler. Belediyeler bu tip kurslara da mali destek vermekte, teşvik etmektedirler.
Bir de evlerde özel ücretli öğretmenler ile profesyonel dersanelerde paralı destek kursları verilmektedir. Geliri uygun ailelerin çocuklarını bu kurslara göndermeleri özellikle teşvik edilmelidir.
Yine geliri uygun ailelerin çocuklarını pahalı elit özel okullara göndermeleri, Amerika ve Avrupa’nın ünlü üniversiteleri için imkan bulabilirler ise cimrilik etmemeleri, başarılı çocukları için tüm imkanlarını seferber etmeleri teşvik edilmelidir.
Tüm bu çabaların yanısıra bir de okul dışı çırak eğitim kursları bulunmaktadır. Giderek azalmakla birlikte işsiz gençler için yararlı olabilecek bu kurslara Türk gençlerinin rağbeti arttırılmalıdır, asgari ücretli işe girmektense işsizlik parası alıp aylak gezmek kolaylarına gelen gençler özellikle bu kurslara özendirilmelidir. Zira bir kez işsizliğe, aylaklığa alışan gençler bir süre sonra bu yaşama alışmakta ve sonra ömür boyu sosyal yardımla yaşamayı tercih etmektedirler.
Pratik Yaklaşımlar
Köklü Değişikliklerin yanısıra hemen yapılabilecek pratik şeyler de vardır.
Mesela Avrupa’daki Türk öğretmenler Türkiye’ye izne gittiklerinde MEBda 5 günlük bilgi tazeleme, tecrübe değiş-tokuşu seanslarına alınabilir, hem yılların tecrübesiyle görüşlerinden istifade edilebilir, ve hem de kendilerine Türkiye’deki son gelişmeler aktarılabilir, Avrupa’daki gençlerimizin eğitimleri konusunda orijinal, yaratıcı yeni fikirler oluşturulabilir.
MEB Türkiye’de olduğu gibi Avrupa’da da kitap dağıtabilir.
Türk Devletinin milyonlarca Dolar ödeyerek uluslararası konferanslar düzenleyebildiği, bu alanda uzmanlaştığı dikkate alındığında, Avrupa’daki yavrularımızın geleceği için her yıl düzenli olarak yapılacak “Avrupalı Türkler Eğitim ve Entegrasyon Konferansı” başlatılabilir, bu konferanslara Türk ve Avrupalı en değerli eğitim ve sosyoloji uzmanları davet edilerek sorunlar köklü çözüm için ameliyat masasına yatırılabilir, tüm çalışmalar Türkiye’nin AB vizyonu ışığında yapılabilir. Bu konferansların maliyeti en değerli hazinelerimiz çocuklarımız için asla pahalı olarak değerlendirilemez.