Diplomasi

Diplomatik Potpuri
Aydın Nurhan
Büyükelçi (e)
Sevgili Öğrenciler,

Yurt içinde ve dışında diplomasi üzerine konferans vermem ricasıyla bir çok davet aldım, alıyorum. En son Kapadokya Üniversitesinde yaptığım sunuştan sonra bir düşünce geldi aklıma. Diplomasi üzerine uzun bir makale yazayım, beni bundan sonra davet edecek öğrenciler onu web sayfamdan indirip okusunlar, her davette tekrarcı olmayayım, öğrencilerin okudukları metin üzerinden soru, cevap, tartışma oturumları yapalım dedim.

Aşağıdaki makaleyi değerli bir hocamıza gönderdim, pek beğendi. Sizler de okuyun, umarım beğenir, ötesi, yararlanırsınız. Belki bu makaleyi sizin katkılarınızla daha da uzatıp yardımcı ders kitabına dönüştürürüz?

İyi okumalar.


Gelelim Konferansımıza..


İngilizce’de ”Ice Breaker” diye bir terim var.

Siyasi, Akademik vb. ciddi konferanslarda dostça ortam yaratmak için önce bir latife yapılır, insanlar tebessüm ettirilir, konuşmaya yumuşatılmış ortamda geçilir.

Ben de bu konferansımıza girerken Monşer tarifi yapmak istiyorum.
Monşer, Dışişleri Bakanlığına girmeye karar verdiği andan itibaren çenesi havada, el cepte dolaşan, Bakanlığa girince de ömür boyu elini cebinden çıkarmayan insan türüdür.
Sonra da Bakanlığın eski Müsteşarlarından Büyükelçi Ümit Yalçın’dan bir alıntı:
”Diplomatlığın bana göre en güzel tarafı, eşsiz anılar biriktirme mesleği olmasıdır.
İnsanın olduğu her yerde anılar olur elbette, ama bu meslekte birbirinden farklı
kültürler, lisanlar, iklimler, tarihi şahsiyetler arasında geçen uzun yıllar, diplomatları
anı zenginliği bakımından biraz daha fazla avantajlı kılar.”
Şimdi de diplomat olmak isteyenler için bir kaç
tavsiye:
Dışişleri Bakanlığı meslek memuru sınavı Türkiye’nin en zor, en rekabetçi sınavlarından biri. Hazırlıkları lise çağında başlar. Çalışmanız gereken sınav konularının başında 4 baraj sorusu vardır.
1. Türkçe kompozisyon.
2. İngilizce kompozisyon.
3. Türkçe’den İngilizce’ye tercüme.
4. İngilizce’den Türkçe’ye tercüme.
Bu konularda başarılı olmak için liseden başlayarak her gün alıştırma yapmanız gerekir. Dışişleri sınavına hazırlık, uzun ve meşakkatli bir süreçtir. Unutmayın, yazı yazmak ve tarz oluşturmak uzun yıllar okumak, yazmak ve tefekkür düzeyine ulaşmayı gerektirir. Dışişleri sınavına son gün çalışılıp girilmez.
Daha lise çağından başlayarak önce Amerikan filmleri izlenmeli, o kültür ve dil hakkında bilgi sahibi olduktan sonra Türkiye’nin İngilizce basını ve televizyon kanalları her gün izlenmelidir. Sonra da uluslararası Tv, gazete ve dergilerin her gün muntazaman takibi gerekir. Bu konularda benim web sitemdeki
https://aydinnurhan.com/en/farewell-mulkiye/ Mülkiye
veda konuşmam sizlere bir nebze ışık tutabilir.
Uluslararası İlişkiler Bölümlerini bitirenler Dışişlerine girecek diye bir kural yok. Aldığınız eğitim sonucu:
İstihbarat analisti,
Uluslararası ticaret,
Dış politika gazeteciliği,
Düşünce kuruluşu,
Akademisyenlik vb. mesleklerde de başarılı olabilirsiniz
Dışişlerine girmek tutku ise, biraz daha kolay olan Konsolosluk ve İdari İşler memurluğu KİM sınavını da deneyebilirsiniz. Yurtdışı maaşları meslek memurlarının maaşlarına yakındır. Özellikle Bakanlığın ihtiyaç duyduğu dillerden (Çince, Rusça, Arapça, Farsça, İspanyolca vb.) birine hakimseniz, başarı şansınız daha yüksek olabilir. Bu sınavı kazananlar Başkonsolos rütbesine kadar yükselebilirler, çok başarılılar için Büyükelçi rütbesine kadar yükselmek de yasal olarak mümkündür. Hatta KİM sınavını kazanıp Bakanlığa girdikten daha sonra Bakanlıkta çalışırken Meslek Memuru sınavına girme şansınız da mevcuttur.
Bir de ABD’de spoil system dedikleri mesleğe helikopterle Büyükelçi olarak inme şıkkı var. Meslek dışından birini Büyükelçi olarak atamak. Bu pratik toptan kabul veya toptan redden ziyade, uygunluk ve yerindelik açısından ele alınabilir. Sefirin altına elçi rütbesinde tecrübeli bir müsteşar atandığında, meslek dışı sefirin performansı ciddi bir destek kazanmış olacaktır. Tabii bu atamalarda önemli olan, meslekden ve dışarıdan atanan Büyükelçiler arasındaki orantıya dikkat edilmesidir.
Diplomasi nedir?
Siyasetin güzel bir tarifi vardır. ”The art of the possible”. Yani mümkün olanı elde edebilme sanatı. Bu söz, siyasetin uzantısı olan diplomasi için aynen geçerlidir.
Diplomasinin amaçlarından biri, karşındakine yapmak istemediği bir şeyi zor kullanmadan yaptırabilme, yani ikna, inandırma sanatı. Yani Diplomasi bir bilim değil, sanat.
Dünyanın en şerefli, en itibarlı mesleklerinden biri.
Devlet Başkanı sana bir milletin bayrağını emanet eder.
Yine İngilizce’den bir alıntı,
”Once a spy, always a spy”
İnsan bir kez istihbaratçı olduğunda, mesleğiyle ölene kadar evli kalır.
Bu tanımlamayı diplomatlık mesleği için de kullanabiliriz.
”Once a diplomat, always a diplomat.”
76 yaşında bir faninin hala vatanı için koşturması bunun göstergesi değil midir? Diplomatlık, 24 saati mesleğe, vatana adanmış yaşam tarzıdır. Meşhur bir tabir vardır. Deformasyon profesyonel. Askerlik gibi diplomaside de radikal şekilde yontma ve tek tipleştirme vardır.
Keza, Diplomatlar eşleriyle birlikte uluslararası bir ailedir. Zamanla benzeşirler, monşerleşirler. Dışişleri Akademisinde  bize ders veren bir Büyükelçi, dünyayı dolaştıkça değişecek, maalesef ailenize, sınıf arkadaşlarınıza yabancılaşacaksınız demişti. Buna da dikkat etmek gerekecektir.
Diplomatlık, çıraklık mesleğidir.
Önce Şube müdürü, sonra Daire Başkanı, Genel Müdür Yardımcısı, Genel Müdür, Müsteşar Yardımcısı, Müsteşar, sizi eze eze, yazılarınızı bazen 20 kez düzeltme için geri çevirerek eğitirler. İstisnalar dışında yazısı bozuk diplomat yoktur. Meslek gerçekten noktanın, virgülün yanlış yerde kullanımının hayati sonuçlar doğurduğu profesyonel alandır.
Sicil evrakda değil, koridordadır. Yani koridor sicili dediğimiz, meslekdaşlar arasında oluşmuş itibardır Bakanlıkdaki değeriniz.
İngiliz Büyükelçi Sir Henry Wotton’a atfedilen (1604) meşhur bir söz vardır:  “An ambassador is an honest man sent abroad to lie for the good of his country.” Aslında Diplomasinin en hassas vasıfları; bir tutarlılık, iki, yerel ve küresel ”meşruiyet”tir. Devlet adamları ve onları temsil eden diplomatlar uluslararası camiada bir kez inanılırlıklarını kaybettiklerinde işleri son derece zorlaşır.
Diplomasi en çok kime lazımdır? Güzel bir benzetmemiz var:
”Aslanın kasları güçlü, zeka kullanmasına gerek yoktur, tilkinin kasları güçsüz, zeka kullanması gerekir.” örneği dış politikada da sıkca kullanılır. Güçlü devletlerin diplomasisi Trump, Vance, Zelensky örneğindeki gibi kaba olabilir, ama güçsüz devletler ince diplomasi ve denge siyaseti gütmek mecburiyetindedirler. Yükselme döneminde aslan, çöküş döneminde tilki Osmanlı gibi.
ABD diplomasisinin amaçları o ülkenin (değerlerini, çıkarlarını ve güvenliğini) savunmak olarak tanımlanır. Değerler sadece savunulmaz, misyoner ruhuyla tüm dünyaya empoze edilir. Çıkar kelimesi de realist dış politika kapsamında sürekli ön plandadır. Bu felsefeyi ”Yurtta sulh. Cihanda sulh.” felsefesiyle karşılaştırmak sizler için güzel bir tefekkür konusu olabilir.
Profesörleriniz size diplomasinin ana amacını çatışmanın önlenmesi olarak anlatırlar. Winston Churchill’in dediği gibi “To jaw-jaw is always better than to war-war.” Konuşmak savaşmaktan iyidir. Ama diplomasinin pratik kullanımı daima bu yönde midir? İngiltere eski Başbakanı, Çankırılı hemşehrim Boris Johnson’un  Ukrayna savaşını uzatma, barışı engelleme diplomasisi tam tersine bir örnek değil midir?
Diplomasinin bir amacı da preventive diplomacy. Yani savaşa giden tehlikeyi giderme çabaları. Yani önleyici tıp gibi. Ama tarih diplomatların savaş kışkırtma örnekleriyle dolu. Bu vesileyle sizlere derin tefekkür için bir soru: Barış her koşulda savaştan evla mıdır? Vatan toprağı, onur, zulüm, esaret söz konusu ise yine de barış mı?
Şimdi de gelelim alt başlıklara:
Diplomatın Nitelikleri
Şimdi gençlerin bir kulağından girip, öbüründen çıkacak basmakalıp nasihatlere girelim. Amaç, bugün olmasa da, yaş kemale erdiğinde, akıllandığımızda, dönüp idrakimize yerleştireceğimiz konular.
Geniş kültürlü, dinlemeyi öğrenmiş, söz kesmeyen, ketum, her aklına geleni söylemeyen, az konuşan, aktif dinleyicilikle çok konuşturan. Entelektüel, rafine, kibar, zarif. Saygın, saygılı, nazik, inceliklere dikkat eden, hazır cevap.
İyi diplomat nitelikleri için felsefe okuyan ile nakilci, ezberci, yani konformist insanları kıyaslamak da güzel bir deneme olur. Sizin için harika bir kompozisyon ve münazara konusu.
Empati, Feraset, Titizlik, Gerçekçilik. Duygusallıktan uzak, gerçekçi, ama tutkulu bir vatan aşkı. Kapısı diasporadaki halkımıza açık. Güçsüzlere alçak gönüllü, güçlülere sağlam duruşlu.
Bir diplomat inanmadığını söyleme durumunda kalabilir. İnce bir eskivle, ana konudan ayrılmadan, inandığınız noktalara kayıp onlardan bahsedebilirsiniz. Örnek: Suudi Arabistan radyosunda birbuçuk yıl sunuculuk yaptım, inanmadığım hiç bir şey söylemedim. Onlar da virgülüme dokunmadılar. Keza Türkiye’de sol tandanslı bir gazeteye bir yıl makale yazdım, keza inanmadığım hiç bir fikir yazmadım, yine, virgülüme dokunulmadı. İki işimde de yaranmaya çalışmadım, son derece dürüst, inandığım konuları yazdım. Bir Büyükelçinin Düşünce Dünyası kitabımdadır tümü.
https://aydinnurhan.com/wp-content/uploads/aydin-nurhan-eski-buyukelci-kitaplarim-bir-buyuk-elcinin-dusunce-dunyasi.pdf
Artık inşaallah bitmiştir, özellikle cunta dönemlerinde  işimiz zordu. Konuşmalarımızda keza inandığımız, mantıklı konulara yönelirdik.
Amerikalıların kıskandığım bir vasıfları vardır. Karşılaştıkları insanların isimlerini akla kaydeder, unutmazlar. İnsani ilişkilerde bu da epey yararlı bir pratiktir.
Herkesin anlatmak istediği bir hikayesi, bir derdi vardır. Aktif, teşvik edici dinleme günlük hayatınızda da çok kazandırıcı bir yaşam tarzıdır.
”Zevk için Yazmak” konulu
https://aydinnurhan.com/zevk-icin-yazmak/
bir radyo konuşmamda sürekli yer değiştiren diplomatın yalnızlığından ve bu yalnızlığın insanı mecbur ettiği okuma alışkanlığından söz etmiştim. Çok okumak, tefekkür melekesinin gelişmesi için şarttır.
Benim sizlere özel, öncelikli tavsiyem, karşılaştırmalı tarih okumanız, kendi geçmişinizle diğer halkların, mesela orta çağdaki yaşamlarını karşılaştırmanızdır. Tarih bilmeyen diplomat, pusulasız kaptan gibidir.
Bir diğer çok çok hayati pratik, günlük hatırat yazmaktır. Fransız Kültür Merkezinden kurs arkadaşım Prof. İlber Ortaylı’nın dediği gibi, sonradan yazılan hatıratın akademik değeri azalır, hatırat günlük yazılır. Yoksa tarihinizi başkaları yazmış olurlar.
Bir diplomatın hayatı sürprizlerle doludur. O bakımdan eski sefirler maiyetlerindeki diplomatların ceplerinde daima 500 dolar bulundurmalarını isterlerdi. Bu vesileyle kaydedelim, özellikle siyasilerin sıkça geldikleri Başkentlerdeki Büyükelçilikler seyahat acentesi gibi çalışırlar, diplomatlarımız eşleriyle birlikte turist rehberi gibi de koştururlar.
Aile
Aile, diplomasinin ciddi bir parçasıdır. Yalnız Sefir değil, tarihten gelen unvanıyla Sefire hanımefendi de protokolda özel yeri olan Devlet Görevlisidir. Hatta Sefirin aldığı maaşın yarısı Sefire Hanımın hakkıdır denir. Bir Büyükelçinin başarı ve rütbe almasında eşinin de önemli katkısı olur.
Keza çocuklar da sıkı bir cendere içinde büyürler. Bir Büyükelçi, eşinin veya çocuklarının hataları yüzünden ”Persona Non Grata” ilan edilebilir, görevden alınabilir, merkeze çekilebilir. O nedenle diplomasi, aileleri de cendereye alan, onları tek tipleştiren bir meslektir.
Mal canın yongasıdır demiş atalarımız. Çeşitli ülkelerden hatıralarla yüklü eşyalarınız zamanla birikir, evinizi kaplumbağa gibi sürekli sırtınızda taşırsınız. Belki de smokin giymiş kaplumbağa, bu mesleğin güzel bir simgesi olabilir.
Günümüzde hanım Büyükelçiler erkeklerle eşit sayılara ulaşıyor. Bu hanımlar için aile yaşamı kolay değildir. En iyi ihtimalle Bakanlıktaki bir meslekdaşla evlilik nispeten ehven seçim olsa da, sürekli farklı ülkelerde yaşamak, özellikle çocuklar için zordur. Bakanlık dışından eş seçen hanımlar, eşlerinin iş bulamamaları ve sürekli evde oturmaları nedeniyle dezavantajlı olabilmektedirler.
Çocuklar sürekli farklı ülkelerde, farklı okullarda okumak, arkadaş olup, ayrılıp, yeni arkadaş edinmek yüzünden adaptasyon ve psikolojik sorunlara da duçar olabilmektedirler.
Kısacası, diplomasi mesleği sadece fizik değil, psikolojik dayanıklılık da isteyen, gerçekten zor bir meslektir.
Dışişleri Akademisindeki ilk tavsiyelerden biri, ”Zengin olmak isteyen hemen bu mesleği terketsin” sözüdür.
Gerçekçi hesapla, meslek size bir ev, bir yazlık ve çocuklarınıza en iyi eğitim imkanını verir. Ötesini beklemeyin.
Diplomasi Pratiği
Önce de söylediğim gibi diplomat, görevinde teoriden pratiğe, pratikten teoriye sürekli beyin fırtınası içindedir, çok okur. Görev yaptığı ülke hakkında doğru soruları soracak seviyeye ulaşması bir yıl alır.
Keza İngilizce’den bir alıntı, ”Gut feeling” yani altıncı his, belki daha doğrusu feraset. Derin düşünce ve uzak görüşlülük. Diplomatik başarı için olmazsa olmaz. Stratejist olunmaz, stratejik düşünebilme yeteneği olur. Diplomat da bu melekeyi geliştirebilmelidir. Geniş ufuk ve günlük olayların üzerine çıkarak ormana holistik bakış, diplomat başarısı için şarttır.
Diplomat, bulunduğu ülkenin Strateji derneklerini sürekli takip etmelidir. Bir tecrübemi aktarayım, Şikago’daki önemli düşünce kuruluşlarında aktif katılımcı idim. Toplantılarda bulunmayan ülkeler ve halklar hakkında menfi konuşulur, hatta alay edilirdi. Ama toplantıda bulunanlara saygı ile devlet, ülke ve halkları hakkında dikkatli konuşulurdu. Burada Fransızların meşhur sözünü hatırlarım. ”Les absents ont toujours tort – Absents are always losers – Masada olmayanlar daima kaybederler”
Keza NGO, yani Sivil Toplum Kuruluşları da boş bırakılmamalı, onlarla da olabildiğince dostça, etkin ilişkiler sürdürülmelidir. Hatta Batılıların maharetle yaptıkları gibi, hevesli görülenler maddi yönden desteklenmelidir.
Bazı insanların vücut dili iticidir, ”benden bir şey isteme, alamazsın” mesajı verirler. Diplomaside kıvamında yapıldığında yararlı bir davranış tarzı olsa da aşırıya kaçıldığında insanın çevresi boşalır, dengeyi iyi götürmek gerekir.
Hepimiz insanız. Psikolojik olarak çok ağır yük bindiren diplomasi mesleğinde dengesini kaybeden memurlar hassas görevlere atanmamalıdır.
Diplomatik kokteyl, yemek, Milli Gün Resepsiyonlarında buluşan diplomatlar önemli istisnalar dışında ciddi konuları konuşmayı pek sevmezler. Malum, siyaset yavandır. O nedenle diplomatın müzik, resim, spor, sinema vb. alanlarda tartışma, sataşma, latife edecek düzeyde bilgili olmaları, dost çevresi yaratmada çok önemli faktörlerdir. Benzer konularda diplomat eşlerinin mücehhez olmaları da önemli networking kolaylıklarıdır.
Golf ve Tenis de farklı millet diplomatları arasında yakın dostluk bağları kurduran pratiklerdir. Diplomat eşleri kocalarından çok daha yakın ilişkiler kurar, gezi, hayır ve kültür faaliyetlerinde işbirliği yaparlar.
Özellikle Batılı diplomat ve gazetecilerin ciddi hatası, kendi görüşlerinden, kendilerine hoş gelen fikirleri savunan Batıcı elit ile temas ve onlardan aldıkları ülke imajı üzerine değerlendirme yapmalarıdır. Gerçekte isabetli değerlendirme ve strateji hesapları, bulunulan ülkedeki tüm renklerden edinilen sentezlere dayanır. Yurtdışı görevlerimde aldığım önemli kritik, misyondaki geleneksel davet listesindeki Türk ve yabancı ”aboneler” dışında geniş çevreleri göremediğimiz yolunda idi. Bu husus da meslekde dikkate alınması gereken önemli eksikliğimiz tabii.
Diplomaside günümüzde hard power, soft power, smart power vb. tekerlemeler var. Ama hepsinin üzerinde ”legitimacy” yani meşruiyet dediğimiz güç var. Çok sevdiğim ve önem verdiğim bu kelimeyi rehberiniz edinin. Meşruiyet iktidarın bir numaralı direğidir. Uluslararası ilişkilerde de keza bir numaralı güç kaynağıdır. ABD’nin II. Dünya savaşı sonrası ile bugünkü meşruiyetini kıyaslamak sizin için güzel bir değerlendirme konusu olabilir.
Bu vesile ile kaydedelim, süper güçler değerlendirmesinde;
Sevsinler,
Sevgi bitti, Saysınlar,
Saygıyı da yitirdik, Korksunlar
sıralamasındaki son safhayı, yani korkutmayı Makyavel önermekte. Ama korku ilanihaye süremez.
Zorluklar
Mesleğin zorluklarına gelince…
Karl Marks’ı hatırlayarak, ekmeğini kazanmak zorunda olduğun sürece kölesin diyelim. Hele ki amir ve memur kelimeleri üzerinize yapışmış ise. Memurluk özgür, başına buyruk insanlara göre iş değildir. Hele diplomasi ve askerlik, hiç değildir. Hiyerarşik ortamda sürekli ”kesin emir ” alırsınız.
Düşünün ki, ağzınızdan çıkan söz, tarihi bir gelenek içinde Devlet Başkanının sözüdür, Türk Bayrağını bağlar. Diplomaside Cumhurbaşkanınız ”Selamlarımı ilet” demedikçe onun selamını bile söyleyemezsiniz.
Biraz önce söylediğim gibi, mesleğin en zor dönemi Cunta yönetimleri sırasındadır.
Bir diğer tehlikeli veya şanslı durum, Devlet Başkanları ziyaretleri sırasında doğar. Psikolojik olarak bir Büyükelçiyi en çok strese sokan durumlardan biri, Cumhurbaşkanının bulunduğu ülkeye ziyaretidir. Keza o ülke Devlet Başkanının resmi Ankara ziyareti de aynı şekilde stresli bir hazırlık ve uygulama dönemidir. Ciddi bir başarısızlık gözden düşme, ciddi bir başarı da yükselme şansı ile sonuçlanabilir.
Bir diplomat Devlet’in kölesidir desek mübalağa olur belki ama 24 saat görevdedir, diken üstündedir. Merkezden her an Bakan, Hatta Cumhurbaşkanı telefonu bekleme psikolojisi insan ruhuna öyle bir siner ki, emekli olduktan yıllar sonra bile kurtulamazsınız.
Bulunduğum ülkeye Bakanımızın ziyaretinde ona eşlik eden bir arkadaşımın 41 derece ateşle yandığını gördüm. İntihar bu dedim, mecburum demişti…
Merkezde ağırlığı aşırı hissedilmez, ama dünyanın en iyi ülkesine tayin olduğunuza pişman edecek amirlerle çalışmak zorunda kalabilirsiniz. Yani bir amir size cenneti de, cehennemi de yaşatabilir, mutluluk isterseniz çalıştığınız ülke değil, amir önemlidir.
Yapay Zeka döneminde diplomasinin bir dalı da diplomat, istihbarat ve basın arasındaki haber yarışıdır. Merkezdeki Genel Müdür, Bakan, Cumhurbaşkanı Danışmanları, Basın ve nihayet Milli İstihbarat Teşkilatı, bulunduğunuz ülkedeki acil gelişmeleri daha siz yatağınızdan kalkmadan öğrenip karar verici makamlara iletirler. Bu da sizi sürekli telaşta tutar.
Diplomatlar istisnalar dışında namuslu insanlardır, para işlerinden anlamaz, o işlerden korkarlar. O yüzden büyük taahhüt işleri, bina onarımları, satın almalar gibi sorumluluk getiren işleri haleflerine bırakmayı tercih ederler.
Sosyal ilişkileri sevmeyen, kamu diplomasisinden hoşlanmayan misyon şefleri para konularını bahane eder, akşama kadar idari ataşelerle büroya kapanıp titiz hesap kitap işi yaparlar. Çözüm basittir. Büyükelçiyi İta Amiri görevinden kurtarmak, o göreve Maliye Bakanlığından Sayman atamak, Büyükelçiyi de sefaret dışında çalıştırmaktır.
Anılar
Sevgili Öğrenciler,
Şimdi de sizlere bazı mesleki hatıralarımı anlatmak istiyorum:
Konuya Dışişleri Bakanlığına girişle başlamalı.
Ben 1970li yıllarda başarılı, mesleğini seven bir avukattım. Ama yengemin diplomat olan kuzeni Galatasaray ve Mülkiye mezunu olmayanın Bakanlığa girmesinin imkansıza yakın olduğunda iddiacı olması beni kamçıladı. Dil sınavında barajda takılıp kalacağımı iddia etti. Dediği gibi de oldu. Ancak üçüncü denemede sınavı kazandım. Kafaya koyan bir çok zorluğu aşabiliyor, kolayca havlu atmayın. Ama kadere de küsmeyin.
Komik, ama anlamlı bir anı;
Yıl 1994. Şikago’ya tayin oldum, Mac Donald hamburgerin doğum yeri, (malum, bugünlerde sıkıntılı bir konu) gidip sıraya girdim, sıram gelince
”One hamburger please” dedim.
Kasiyer kız tebessümle duvarı gösterdi, all are hamburgers dedi.
Cinlik yapıp hemen number one dedim.
Kız bu kez wa kaan o paa dedi,
Ben dağıldım, İngilizcemi bozdum,
Sori, ayem e turist dedim.
O da şefkatle
Do you want coca cola? dedi.
Meğer hangi gazlı içeceği istersin dermiş.
Kıssadan hisse:
Ortaokul ve liseyi Amerikan okullarında oku, Dışişleri Bakanlığında Nota’lar yaz, nafile. Bir lisanı gerçekten biliyorum demek için o kültürün içinde yaşamak şart.
Komik anı ile başladık, şimdi de en ciddi, en büyük hatıra.
Sene 1982, mekan Cidde Büyükelçiliği.
Suudi Dışişlerinden Büyükelçiye Kabe’nin içinde namaz kılma daveti gelmiş. Bu davet satılacak olsa milyonlarca dolar verecek müslümanlar var. Ben ikinci katibim, üzerimde sefir, müsteşar ve başkatip var. Üçü de reddetti, davet bana kaldı. Gittim, Kabe’nin içinde namaz kıldım. Farklı bir duygu idi… Meslek hayatının en anlamlı anısı ne idi derseniz, bu hatıraydı derim.
Yıl 1989 olmalı. Mekan Nahçıvan, Azerbaycan. Nahçıvan Cumhurbaşkanı başta olmak üzere tüm makamlar ve halk ile sıcacık, sevgi dolu ilişkilerimiz var. Geçici kançılaryadan çıkıp şanımıza layık bir bina yapmak için Nahçıvan Cumhurbaşkanı Vasıf Talibov’dan arazi istedim. Bize Aras nehrine tepeden bakan, 20 dönüm harika bir arsa tahsis etti. Ve ”Bu arsa Türkiye’ye değil, senin özüne hediye” dedi. Onur duydum. Bakanlığı sürekli uyardım, bir an evvel inşaat başlatın diye. Nahçıvan’dan ayrıldım, yıllar sonra duydum ki bir futbol maçında Azerbaycan bayrağına yapılan sevimsiz davranış nedeniyle arsa tahsisi iptal edilmiş…
1992-1995 yılları. Mekan Hollanda. Ermeni ve PKK tehditleri geliyor. Bahçe içinde tek katlı villada oturuyoruz. Sabahın dördü, yatak odamızın camı kırılacak gibi, şiddetle vuruluyor. Çocuklar ulaşamasın diye tabanca gardrobun en tepesinde. Karanlıkta zar zor aldım, pencerenin altına siper alıp kim o dedim. Davudi sesiyle bizim koruma polisi İbrahim, benim Aydın bey dedi. Kapıyı açtım, çok derin uykunuz varmış, kapıyı çok çaldım dedi. Neyse, Konsolosluğun kapısında bomba patlamış, Başkonsolosa haber verilmiş, o da Aydın bey gidip baksın demiş. O günlerde çelik yelek giyip tabanca taşır, sabahları melekler gibi uyuyan bebeklerimize duygu dolu bakışlarla veda ederdik…
Yıl 1980, mekan Ankara.
Genel Kurmay Başkanlığı, Dışişleri Bakanlığına komşu yabancı diller için beş kontenjan ayırmış, bir arkadaşım Arapça bölümüne kaydolmuş, sonra askere gideceği için bana haber verdi, ben de amirimden epey dertli olduğum için hemen istedim kaydolmayı. Genel Kurmay Başkanlığı İstihbarat ve Dil Okulu Arapça bölümünde NATO dil programıyla sekiz ay, günde sekiz saat eğitim aldım. Akabinde Cidde Büyükelçiliği. Büyük hayallerim var. Sabahları altıda kalkacağım, günlük gazeteleri tarayıp önemli haber ve makalelerin tercümelerini erkenden Sefirin masasına koyacağım. Sefirle ilk görüşme: Bakanlığın gelenekleri var. En kıdemsiz memur konsolosluğa bakar. İn aşağı, başla pasaport imzalamaya dedi. Gençlere tavsiye. Bir işi yarım bırakmayın. Bakanlık sefire bildirmemişti bana sekiz ay yatırım yapma sebebini… Ve ben Arapçayı Arabistan’da unuttum.
Bir diplomat geniş ufuklu, geniş kültürlü olmalı, her an sürprizlere hazırlıklı olmalı.
Yıl 2010 olmalı? Mekan Melburn, Avustralya.
Bir dergiden balo daveti aldım, yemekleri yedik, bir hanım podyuma çıkıp, şimdi dünyanın bir numaralı turizm şehrini ilan ediyorum. ISTANBUUUL dedi. Bana sürpriz yapmışlar. Podyuma çıkıp bir iki cümle söylememiz gerekir.
İstanbul is like a mistress.
Very expensive and very capricieuse dedim bir anda. Ve alkışlar..
Keza Melburn
Victoria Eyalet Valisinin Ramazan İftar Yemeği.
Yemek bitti, siz de bir iki cümle söyler misiniz dedi.
O anda aklıma gelen:
There are beautiful eyes,
And there are ugly eyes.
Beautiful eyes see beautiful things when they look into our holy books,
And ugly eyes see ugly things when they look into our holy books.
Ve alkışlar.
Tekrar edelim, sürprizlere yakalanma şansınız çok yüksektir, daima mücehhez olun.
Yıl 2011 olmalı. Mekan keza Melburn
Avustralya Dışişlerinin diplomatları gezdirme serisinde Rip Curl fabrikasındayız. Genel Müdür konuşmasını bitirdi, soru cevap ve sohbet bölümü. Ben de Bodrum’da bir mağazanın önünde firmanın flamasını görmüştüm, surfleriniz biz de de çok meşhur dedim. Genel Müdür güldü, biz dalga sörfü satıyoruz. Türkiye’de satışımız yok dedi. Tüm konsoloslar arasında rezil oldum. Aman dikkat…
Yıl 2006 olmalı? Mekan Avusturya.
Rotary Kulüpden konuşma daveti aldım. Fuayede yanıma şık bir hanım yaklaştı, Sayın Başkonsolos, size İslam’da kadın haklarını soracağım dedi. Çok memnun olurum, İncil’inizi üç kez okuyup şerhettim, Kur’an ile karşılaştırmalı bir değerlendirme yaparız dedim. Kadının bakışını unutamıyorum. Toplantıya girmeden çekti gitti.
İncil’den çıkardığım 20 sayfa şerhi de Bakanlığa gönderdim, hakkımda soruşturma açıldı, ağır bir yanıt gönderdim, konu kapandı.
Yıl 2016 olmalı? Mekan Kabil Afganistan
İzmir’deki kardeşim ve eşi ile görüntülü konuşuyoruz.
Bir patlama ve kaldığım binada deprem gibi sarsıntı.
Bizimkiler şok.
Heyecanlanmayın, 150 metre ötede Adalet Bakanlığı var, sanırım orayı bombaladılar dedim.
Orayı hemen terket, gel artık dediler.
Yıl 2013, Keza Kabil
Kalp çarpıntısı ile hastaneye gittim, paslı, kirli bir acil servis. Uyuz oldum. Nasıl askere gidince komutan hastalanmak yasak der ve istisnalar dışında gerçekten hasta olmazsınız, Kabil de öyle idi.
Yıl 1986 olmalı. Mekan Ankara. Bakanlık Kara Hudutları Dairesindeyim. Bir akademisyen geldi, bazı masum bilgiler istedi. Amirlerime sordum, kesin dille reddettiler. Bu anımı da önemli bir sorunumuza parmak basma amacıyla kaydettim. Neyin gizli, neyin açık olduğuna karar verme konusunda alacağımız epey mesafe var.
Potpuri
Sevgili öğrenciler, şimdi de rengarenk tecrübe, fikir ve bilgilerden bir derleme yapalım.
Diplomaside benim karşı olduğum bir pratik var. Yalnız bizde değil, başka ülkelerde de bazı diplomatlar karar verici makamlara bilgi vermekle yetiniyorlar, değerlendirme siyasetçilerin işi diyorlar. Çağımızda bilgi kirliliği var. Çağ aslında yeni bir aşamaya evriliyor. Analiz ve sentez çağı. Başta istihbarat servisleri, devletler, iyi analistler için büyük imkanlar sunuyorlar. Evvelce Bakanların Müsteşarları vardı. Şimdi artık Yardımcıları var. Atalarımız akıl bedava, alıcısı yok demişler…
Diplomatik görüşmelerde gizli ve açık ses kaydı olmaz. O nedenle Büyükelçi de dahil, diplomatların önemli bir görevi, görüşmelerde not tutmaktır. Bu bakımdan steno bilmek hala yararlı bir beceridir.
Diplomasi çağımızda çeşitlenmiş, Kamu Diplomasi, İstihbarat Diplomasisi, Düşünce Kuruluşlarınca yürütülen paralel diplomasi vb. dallara yayılmıştır. Yine de diplomaside iki klasik ayrım var. İkili ve Çok Taraflı diplomasi.
İkili diplomasi iki Devlet arasında, genellikle Büyükelçiler aracılığıyla yürütülen, ticari, askeri vb. alanlarda heyetler arası görüşmelerle yürütülen ilişkileri kapsar. Vaktiyle diplomatlar her alanda söz sahibi idi. Sonra çıkar grupları kendi uluslararası örgütlenmelerini kurdular, doğrudan ilişkilere başladılar. Mesela vaktiyle Büyükelçilerin yürüttükleri tekstil müzakerelerine tekstil firmaları da katılmaya başladılar, davalarını daha etkin olarak savunma imkanına kavuştular.
Benim de içinde bulunduğum çok taraflı diplomasi erbabı ise ya ülkemizin üye olduğu BM, İİT, Avrupa Konseyi, NATO gibi teşkilatlarda Daimi Temsilci olurlar, ya da o uluslararası kuruluşlarda genellikle Dışişleri Bakanlığımızın girişimleri ile uluslararası üst düzey görevlere getirilirler. Örneğin ben Bakanlığımız girişimiyle bir kez İslam İşbirliği Teşkilatı Genel Sekreterliğinde dört yıl Genel Müdürlük yaptım, dört yıl da İslam İşbirliği Teşkilatı Kabil Daimi Temsilcisi oldum.
Uluslararası kuruluşlarda görev alan diplomatların bir şansı, İngilizcelerini sürekli kullanma ve geliştirme olanağıdır. Bir diğeri müzakere teknikleri, uluslararası çıkar oyunlarında geniş bir arenada tecrübe kazanmalarıdır. Bakanlar Toplantısı veya Devlet Başkanları Zirve Konferansları sonunda hazırlanan Resolution (karar) ile Declaration (Bildiri) metinleri de diplomatları pişiren ince kelime oyunları, çekişmeler, tartışmalar sonucunda ortaya çıkar.
Ankara diplomaside hem yabancı temsilcilik sayısı ve hem de Türkiye’nin uluslararası sorunlardaki ağırlığı bakımından önemli, diplomat, istihbaratçı ve gazeteciler için ise son derece dinamik, takibi zor, ”make or brake”, yani ya abad eden, ya da çökerten bir merkezdir.
Bir Diplomatın İlişkileri
Büyükelçinin işbirliği yaptığı makam, bulunduğu ülkenin Dışişleri Bakanlığıdır. O Bakanlıkta Türkiye ile İlgili Genel Müdür ile Büyükelçimizin arası ne kadar iyi ise, başarı şansı o kadar yüksek olur. Siyasetçiler ve Devlet makamları da ilişkilerin iyi tutulması gereken muhataplardır.
Önemli güncel görev, ticaret diplomasisidir. Rahmetli Özal, iş adamlarımızın önüne düşüp elde çanta her kapıyı aralayan Büyükelçiler isterdi. Becerebiliyor muyuz?
Kor Diplomatik ve Kor Konsüler meslektaşlarla ilişkiler, hatta Sefireler arası ilişkiler de dostlukların, işbirliklerinin gelişmesi açısından çok yararlı pratiklerdir.
Bir Büyükelçi veya Başkonsolosun öncelikleri arasında, bulunduğu ülkedeki vatandaşlarının çıkarlarının savunulması vardır. Kendi halkına yabancı, onunla ilişki kurmaktan kaçınan Büyükelçi veya Başkonsolosun maaşı, hak edilmemiş maaştır.
Uzun yıllar Yahudi, Ermeni ve Rumlar gibi etkin diasporamız yok diye kendime sormuşumdur. Sanırım kendimce yanıtımı ”Devşirme” kitabımı yazarken buldum.
https://aydinnurhan.com/wp-content/uploads/aydin-nurhan-eski-buyukelci-kitaplarim-devsirmeden-beyaz-turke.pdf
Osmanlı sosyal kontratında Devlet Halka Güvenlik ve Adalet verecekti, karşılığında halk siyasete karışmayacaktı. “Bu memlekete komünizm gelecekse onu da biz getiririz. Öküz Anadoluluya bırakırsak mahveder.” rivayeti kontratın özetidir. Tarihden gelen çekingenlikle yurtdışında örgütlü hak aramayı beceremeyen halka devlet makamlarımız ”Kendi başına eylem yapma! Konsolosa sor”. Mesajını vermiştir. Devlet güdümünden hala kopamamış, yabancı istihbaratların paramparça böldüğü diasporamız da demokratik hak arayışı tecrübesinden yoksun kalmıştır.
Büyükelçi için memurlarıyla ilişkiler despotlukla sakalı kaptırmak arası denge oyunudur. Özellikle herkesin önünde onuruyla oynadığınız memurunuzdan her türlü ihaneti bekleyebilirsiniz. Yükselmek, başarılı olma ihtirası içinde olan insanlar hayatın her alanında olduğu gibi Dışişlerinde de vardır. Bu tipler için önemli olan iş veya halk değil, üst makamlardaki amirlerdir. ”Halkına arkasını, amirlerine yüzünü dönen” kazanır zihniyetindedirler. ”Yüzünü halkına, arkanı Bakanlığa” dönersen kaybedersin kafasındadırlar.
Küresel propaganda savaşları ve dezenformasyon çağında medya ile ilişkiler artık bilimsel ve teknik metodlarla yapılıyor. Bu anlamda diplomatın eğitilmesi önem kazanmaktadır.
Büyükelçi, bulunduğu ülke eliti ile etkin dostluklar kurduğu oranda ülkesine sempatiyi arttırır. Hatta turistik uyanışlara yolaçar.
Ders kitaplarınızda diplomatın ”Devlet” çıkarlarına mı çalıştığı, yoksa ”Halkının çıkarlarına mı çalıştığı ikilemi vardır. Tarihte ”Devlet” temsilcisi, ve onun çıkarlarına çalışırlardı. O da Devlet elitinin çıkarları demek idi. Günümüzde bu sertlik yumuşamış görünüyor. Demokratik rejimlerde Hükümetler halklarının çıkarlarına aykırı anlaşmalara mecbur kaldığında halk sokaklara dökülebiliyor, o da yabancı güçlere karşı hükümetlerine destek anlamına geliyor.
Keza evvelce kapalı kapılar arkasında yapılan gizli pazarlıklar ve sonuçları demokratik ülkelerde daha bir kamuoyuna yansıyor.
Diplomaside bir de temsili ve doğrudan demokrasinin etkisi tartışılır. Popülizmin etkilediği dış politikada taktik çıkarlar kazanılabilir. Stratejik çıkarlar ise temsili demokrasi ve uzman bürokrasi ile hesaplanır. Bu ikilem güzel bir kompozisyon ve tartışma konusu olabilir.
Başta Bakanlığımız olmak üzere bir çok ülkede diplomatların genel kültüre, dünyaya holistik bakış açısına mı sahip olmaları gerektiği, yoksa ülke, bölge, konulara göre derinlemesine mi uzmanlaşmaları gerektiği tartışma konusudur. Türk Dışişleri vaktiyle bu tartışmaları yapmış ve eski usul genel bakış açısını tercih etmiştir. Yani bir Türk diplomatı Kıbrıs vb. bazı istisnalar dışında her yerde, her alanda görevlendirilebilmektedir.
Küresel sorunlar
Zirve
Batı zirvede, duraklama devrinde mi, yoksa zirveyi aştı inişe mi geçti? Endülüs gibi lükse, materyalizme dalıp rehavete mi girdi? Gençliğimizde ikizkenar üçgen tekerlemesi vardı. Bir devletin veya şirketin yükselmesi kaç yıl alırsa, çöküşü de o kadar zaman alır. Bu görüş tarihin ağır seyri içinde şok teknoloji devrimleri öncesinde nisbeten geçerli olabilirdi. Ama içinde bulunduğumuz baş döndürücü çağda hızlı yükselme yavaş iniş, yavaş yükselme hızlı inişler de söz konusu. Soruyu özellikle büyük güçler için sorup tartışabiliriz.
Medeniyet
Batı medeniyetinin başta ahlak olmak üzere bir çok noktadan patlak vermeye başladığını görüyoruz. Burada en hassas konu, Batı’nın küresel köydeki meşruiyetinin kaybıdır. Peki beş asırdır evrensellik iddiasında bulunan Batı medeniyetinin yerine ikame edeceğimiz yükselen, uç gösteren, küllerinden yükselen rakip bir bir medeniyet var mı? Yoksa yapay zeka çağında tüm medeniyetlerden yeni bir sentez mümkün mü? Batı medeniyetin denenmiş iyi yönleri de dışlanmadan? Güzel bir tez konusu.
Nüfus
Devletler bir yandan nüfus azalıyor telaşındalar, diğer yandan robot işçi ve asker üretiyorlar. Sonucu ne olur, tartışılmalı.
İklim
Dünya nüfusu azalırsa iklim değişikliğine faydası olur mu? Teknoloji, iddia edildiği gibi nüfusu 500 milyona inmiş insanlığa güzel iklim çözümleri sunabilir mi?
Afrika’nın geleceği
Robot işçiler kader ise, Afrika’da artan genç nüfusun geleceği nedir? Sosyal patlamalar?
Tavsiyeler
Dışişleri Bakanlığı binamız devletimizin ulaştığı yeni konumla uyumlu değil. Bakanımız Sn. Fidan’a MİT Binası Kale’yi kıskandığımızı, Dışişlerine de Devletimizin şanına yakışır bir bina için Cumhurbaşkanımızla diyaloğa geçmesi dileğimizi iletiriz.
Dışişleri Bakanlığının kitaplığı emekli olduğum dönemde perişan durumda idi. Gönül ister ki Hakan Fidan, Kale gibi Dışişlerine de ona layık bir bina ve kütüphane yaptırsın. Emekli diplomatlar dünyanın her yerinden topladıkları binlerce uzmanlık alanı kitaplarını oraya bağışlasın. Hem genç memurlar ve hem de akademisyenler o zengin, engin kütüphaneden yararlansınlar.
Moskova’da TASAM heyeti olarak Dışişleri Bakanlığı Yabancı Diller okulunu ziyaret etmiştik. Yabancı diplomatların da eğitildiği 40 ayrı dil öğretiliyordu. Gönlümden bizim de akademimiz olsa, yabancı diller öğretse. Üniversitelerle işbirliği içinde Lisans Üstü eğitim verse.. Çok mu istiyorum?
Genç katiplerin meslekte ilk öğrenecekleri derslerden biri: Kriptolar halka ve basına kapalıdır. Ama, açılmayan kripto yoktur. O nedenle gerçekten gizli olan konular elektronik ortama asla konulmaz, kurye ile veya bizzat iletilir.
İstihbarat
Dışişleri Meslek ve Konsolosluk memurları Akademi kursları kapsamında MİT uzmanlarından da istihbarata karşı korunma dersleri alırlar. Ancak Diplomatlar gizli istihbari bilgi peşinde koşmamak üzerine ikaz edilirler. Diplomat gazeteci gibi, açık, legal istihbaratçıdır. Bir uzmanımıza yatak odamızda yorganı sürekli üzerimizde tutsak mı demiştim, artık o da fayda etmiyor demişti. 
Yabancı İstihbarat karakter testi yapar, ihtiras, saflık, seks düşkünlüğü, paragöz olmak gibi vasıflarınızı yakalarsa sizi özel takibe alır, açıklarınızı avlar, ve şantaj yapmak için özel olarak  yüksek makamlara yükseltir. Aman buna dikkat.
Kabil Büyükelçiliğimizde bir resepsiyonda Afgan Milletvekili yanıma geldi, şu Temsilciye dikkat et, istihbaratçı dedi. Sonra adamın dediği fazlasıyla çıktı. İslam İşbirliği Temsilcisi olarak çalışmalarım Batılı ülke diplomatlarını rahatsız ediyordu. Kısa keselim, Afgan Dışişleri Bakan Yardımcısıyla aramı bozdu ve Kabil’den buruk ayrıldım.
Komik bir hatıra, sonradan samimi dost olduğum Hindistan Büyükelçisini ziyarete gittim, kulaklarım iyi duymuyor, çıkardım işitme cihazlarımı taktım. Görüşmeyi kaydediyorum zannetti, iki telefon getirdi, ikisini de kayıt durumuna getirip önümdeki sehpaya koydu. Yani sen kaydedersen ben de kaydederim restiyle. Hala gülerek hatırlarım.
İşitme cihazı Melburn’da da neredeyse başıma iş açacaktı. Bir milli gün resepsiyonunda camın önüne gidip kulaklıklarımı takmaya başladım, tepemde ABD Başkonsolosu türedi. Ürkütücü bir sesle Aydın ne yapıyorsun dedi. Eğer gizli bir iş yapıyor olsaydım heyecendan dilim karışırdı sanırım. İşitme cihazlarımı takıyorum dedim, aa benim babam da takıyor dedi.
Şikago’dan bir hatıra, meşhur bir gazeteciyle meşhur Magnificient Mile denilen güzel caddede karşılaştık. O günlerde Batı ile, gelişen ülkeler arasındaki iktisadi kıyaslamalara ilgi duyuyordum. ABD’nin II. Dünya Savaşı sonrası dünya iktisadı içindeki yüzdesi ile o yıl içindeki yüzdesini sordum, küfretti bana. Sonradan düşündüm, yabancı istihbaratçıların gazetecilere önce minik, masum ricalarla yanaştıklarını, sonra da onları kadroya aldıklarını aklettim. Batılı İstihbarat teşkilatlarının da bu konuyu ciddiye alıp gazetecilerine kurslar verdiğini anladım. Tabii düşündüm… MİT gazetecilerimize böyle kurslar veriyor mu…
Protokol
Protokol geniş, detaylı bir konu, girersek bu makale derse dönüşür, o konuyu hocalarınıza bırakıyorum.
Şu kadarını ifade edeyim, emeklilikte en çok özlediğim; eşli, zarif, seviyeli, eğlenceli diplomatik yemeklerdi. Ama Yemek ve Milli gün davetleri bazen pijamanızı giyip evde oturmayı özletecek kadar çok da olabilirler.
Bir de Cumhurbaşkanından rica; Tarihi Osmanlı dizilerinde mesajlar rulo edilip silindirik gümüş kutular içinde gönderiliyordu. Acaba diyorum, itimatnameler makamda Büyükelçilerimize gümüş rulo kılıf içinde verilse, gidilen Başkentte Devlet Başkanına da kılıfıyla arz edilse zarif bir sunum olmaz mı?
Kültür
Kültür ve yaşam tarzına dikkat, bir diplomat için ciddi bir konudur. Kısaca arzedelim:
Hindistan’da görevli bir Büyükelçimizin Hinduların inek hassasiyetine dikkat etmemesi halinde neler olur…
Gerçi askerlerle ilgili bir anekdot, ama kültüre dikkatin önemini gösteren güzel bir örnek.
Uçakla Kabil’e giderken Türk vatandaşı olmuş bir Afganlı Beyle sohbete başladık. Bana Afganistan’da NATO’da görevli subaylarımıza danışmanlık yaptığını söyledi ve konferanslarından birinde onlara ”Arazide sakın ayakta işemeyin, zira Taliban sizi gayrımüslim subay zanneder, vurur. Müslüman ayakta işemez.” dediğini anlattı. Hayat kurtaran bir incelik.
Keza askerlikle ilgili, ama kültürel bir anekdot, yıl 1981 olmalı, Cidde Büyükelçiliği Konsolosluk Şubesine bakıyorum ya? Hapisaneden haber geldi, bir hacımız tutuklanmış.  Gittiğimde beni kapıda bir asker karşıladı, komutanı yarbaya İngiliz usulü ayağını yere çarparak selam verdi. Tutukluyu beklerken Yarbayla hoş bir sohbete başladık. Espriler bir anda kahkahaya dönüştü, o anda aşka gelen asker, Yarbayın omuzuna ”Ya Ammiy” diye bağırarak bir şaplak vurdu. Aşiret kültürü eşitliği, hala askerlik hiyerarşisinin önünde idi. Bizdeki disiplin anlayışıyla kıyaslamam kaçınılmazdı.
Gelelim tutuklumuza..
O daha da hoş, trajikomik bir hatıra. Aslında kültürden ziyade kelime konusu. Biraz sonra seksenin üzerinde bir dede geldi karşımıza. Oturttuk, anlat dede dedim. Evladım Kabe yanındaki dükkanda Hurma istedim, buraya getirdiler, anlamadım diye ağlamaya başladı. Ben bastım kahkahayı, Yarbay ve asker şaşkın. Sordular, anlattım. Bizim dilimizde hurma malum, meyve. Ama Arapçada hürmet edilen kadın demek. Bu hesapla bizim hacı dede hac zamanında zamparalık peşinde diye tutuklanmış. Bu kez de onlar bastı kahkahayı. Sonra olay meşhur oldu…
Konsolosluk
Konsolosluk işleri de derslerinizde anlatılıyordur, kısaca pasaport, vize, nüfus, askerlik, noterlik vb. bürokrasinin yurtdışındaki halkımızın ihtiyaçlarına cevap veren hizmetleri.
Bizim zamanımızda parlak memurlar, başkonsolosluklarda ve merkezdeki konsolosluk dairelerinde çalıştırılmazlardı. Devletin ali işlerinin görüldüğü siyasi dairelerdeki ve Büyükelçiliklerdeki hizmet  halka direkt hizmetin önünde gelirdi. Şimdi nasıldır bilemem.
Konsolosluk işlerinden bir hüzünlü hatıra ile kapatalım konumuzu.
Cidde’de makamıma bir Filistinli geldi. İşvereni işten atmış, gidebileceği ülke yok, çaresiz. Vize istiyor, yasak, veremem dedim. Siz vatansızlığın ne olduğunu bilir misiniz dedi, hüngür hüngür ağlamaya başladı. Nerede ise ben de ağlayacaktım. Verdim vizeyi…
Müzakere
Müzakere tekniği dersleri alıyorsunuz. Benim vurgulamak istediğim incelik, muzafferin davranışıdır. Diplomasinin bir tanımı; karşınızdakine zor kullanmadan onu kendi fikrinize çekme sanatı idi. Bunun tam tersini yaparsanız, zor kullanır, bir de karşı tarafa onurunu kurtaracak pay bırakmazsanız, o uzlaşma ne adil olur, ne de uzun süreli olur. Hatta şahsınızda tüm milletinizden nefret eden insan yaratmış olursunuz. Bu evrensel kural ticaret ve arkadaş ilişkilerinde de geçerlidir.
Müzakerede Retorik Sanatının önemi yadsınamaz. Ama stratejik amaçlara ulaşmada tek başına retoriğe güvenmemelisiniz. Karşıtınız sizi sinirlendirmeye, dengenizi bozmaya çalışabilir, yaşlı iseniz çişe gitme boşluğunuzdan bile yararlanabilir.
Müzakerede, tartışmada; ezberi, yani hafızası güçlü olan mı, yoksa tefekkürü güçlü olan mı daha kazançlı çıkar? Görünen o ki, retorik sanatının yanı sıra geçmiş olayları hatırlama, ezber gücü somut veriler öne sürerek tartışma kazandırır. Ama taktik kazanç. Tefekkür ise feraset, stratejik yaklaşım ile uzun vadeli kazanç getirebilir. İki niteliğin aynı kişide bulunması zordur, ama birleştiğinde büyük müzakereciler çıkar ortaya.
Bir çok insan kendi fikirleri içinde, kendi dünyasında o kadar boğulmuştur ki, muhatabının sözlerini dinlemez, dinleyemez, hatta ve hatta duyduklarını işitemez, işitse doğru anlayamaz. Bu tip insanlardan da müzakereci olmaz, olamaz.
Demek önce muhatabın meramını doğru anlamak gerek. Saniyen, meramınızın muhatabınız tarafından doğru anlaşıldığından emin olmalısınız. Hocalarımız için de özel bir konu, öğrencileriniz ve müzakere muhataplarınız eğer benim gibi duyma özürlü iseler, cılız konuşmayı terketmelisiniz.
Müzakerenin dostça bitmesini, önce söylediğimiz gibi, tartışmayı kazansanız da muhatabınızın masadan dostça kalkmasını sağlayabilmelisiniz.
Zaman ayırdığınız için teşekkür ederim.