Suudi Arabistan Cidde Radyosu
İslam Dünyası Ve Güncel Olaylar Programı
Hazırlayan ve Sunan
Aydın Nurhan
ZEVK İÇİN YAZMAK
Mart 2004
Aziz dinleyicilerim,
Bugünkü konumuz Zevk Için Yazmak.
Bilmem hatırlar mısınız?
Geçtiğimiz yıl “Zevk İçin Okumak” konulu bir konuşma yapmıştım.
Şimdi de sizlere Zevk İçin Yazmayı anlatmak istiyorum.
Bilirsiniz, okumak gibi yazmak da çeşit çeşit.
Öğrencilikte zoraki yazılır, memur olunur zoraki yazılır, toplumsal so-
rumluluklarımız vardır, zoraki yazılır, vs.
Sonra psikolojik ihtiyaçtan yazılır, hatırat veya mektup, ve şimdi internet
mesajlaşması gibi.
Daha sonra meslek olarak yazarlık vardır, ekmek parası için yazılır.
Ama bir de zevk için yazmak vardır.
Bu girişten sonra ben şimdi sizlere kendi tecrübemi aktarayım.
Insanlar biz diplomatları elde kadeh sürekli eğlenen sosyete sanırlar.
Halbuki diplomatlar, istisnalar dışında nezih aile hayatı olan, mecburi resepsi-
16 Bir Büyükelçinin Düşünce Dünyası
yonlar dışında evinden çıkmayı sevmeyen, kısıtlı maaşlarıyla çocuklarını en iyi
okullarda okutma çabası içinde, aile yaşamına önem veren mazbut insanlardır.
Diplomatlar ailelerine düşkündürler, zira yalnızdırlar. Hakimler gibi, dip-
lomatlar da göçmen kuşlar gibidirler. Köylerinden, kentlerinden, akrabaların-
dan, dostlarından koparılmış, dünyayı dolaşan garip kuşlardır.
Bu yalnız kuşlar her gittikleri yerde yeni dostlar edinmeye çalışır, bir kaç
yıl sonra yine göçmek zorunda kalırlar. Ve zaman içinde yalnızlığa alışır, yal-
nızlığı sevmeye mecbur kalırlar.
Ve bu yalnızlık onların çocuklarına da sirayet eder.
İşte aziz dinleyicilerim, diplomatlar ve eşleri bu nedenle, mecburen kitap-
larla dost olurlar.
Okudukça kafaları dolar, bir gün gelir, Mevlana’nın “dol ki boşalasın” de-
diği gibi kafalarında oluşan fikirleri kağıda dökme, çığlıklarını duyurma ihtiya-
cı duyarlar. Çoğu diplomat bu patlamaları emekliliğe kadar saklamak zorunda-
dır. Fakat bazen diplomatlar bir süre meslekten izinli olarak memurluk dışında
çalışırlar, işte o sırada benim gibi özel olarak yazma şansını yakalarlar.
Peki ben yazmaya nasıl başladım?
Özellikle gençlerimiz için baştan alalım serüvenimizi.
Önce kısa kısa hatırat yazmaya başladım. Dertlerimi, yalnızlık çığlıkları-
mı beyaz kağıda döktüm, beyaz sayfalar bana dost oldu. Bir süre sonra günlük
olayları, yaşadığım tecrübeleri yorumlamaya başladım.
Daha sonra okuduğum kitaplardan aldığım güzel fikirleri de sayfalarıma
misafir edip onları da yorumlamaya başladım.
Burada süreçte dikkatinize getirmek istediğim husus, yazılarımda hatala-
ra hiç dikkat etmeyişimdi. Kalemime gelesiye yazıyordum. Yani mutlak hata
yapma özgürlüğü içinde idim. Canım isterse yazıyordum, istemezse yazmıyor-
dum. Cümlelerim hatalı olmuş, düzgün olmuş, umursamıyordum. Zira kimse-
ye verecek hesabım yoktu.
Ama zaman içinde farkettim ki, haberim olmadan bir tarz geliştirmişim.
Sürekli okumak ve yazmak, haberim olmadan cümlelerimin düzelmesine de
yolaçmış.
Sonra bir gün geldi, ünlü şair ve entelektüel Attila Ilhan’a kültür konu-
sunda geliştirdiğim bir fikrimi gönderdim. Yazımı önce Milliyet gazetesinde
17
makalesine aldı, sonra “Ulusal Kültür Savaşı” kitabına koydu, ve bana fikrimi
geliştirip kitap yapmam tavsiyesinde bulundu.
Evet Aziz Dostlarım,
Görüyorsunuz okuyup yazmaya başladığınızda olaylar nasıl gelişiyor.
Sonra ben “Türkiye 1988 – Nereden, Nerede, Nereye” adlı bir deneme yazdım
ve bu kitapçığımı yaklaşık 2000 dostuma okuttum.
Şikago’da görevli olduğum sırada ziyaretime gelen bir dostum kitapçı-
ğımı okuduktan sonra Izmir’de yayınlanan “Ekonomik Gözlem Gazetesi”ne
Amerika’dan makaleler göndermemi önerdi.
Ve ben Şikago’dan müstear isimle bedava makaleler yazmaya başladım,
böylece gazeteciliğe adım atmış oldum. Bu dost anlaşması ile ben yazarlık
tecrübesi kazandım, gazete de yazar kazandı.
Sonra da malum, Islam Konferansı ile Cidde Radyosu arasında varılan
mutabakat uyarınca seve seve sizinle birlikte olduğumuz radyo programcılı-
ğına başladım.
Sevgili dostlar,
Bu hikayemle niçin vaktinizi aldım, herhalde anladınız.
Yazarlık nereden nasıl başlıyor, size bu süreci vermeye çalıştım, belki
özellikle gençlerimiz arasında zamanla yazarlığa soyunmak isteyenler olur,
tecrübelerimi aktarayım dedim.
Şimdi gelelim, profesyonel gazeteciliğe.
Gazetede sütun kıymetlidir. Bu nedenle sizi sürekli olarak ikaz ederler,
kısa yaz, gazetede yer yok derler. Bana bu tarz ikaz pek gelmedi, zira ben cüm-
le süslemeyi hem beceremiyorum, hem de sevmiyorum.
Atalarımızın “efradını cami, ağyarını mani” yani “gereken herşey, ge-
reksiz hiçbirşey” şeklinde özetleyebileceğimiz sözüne uyarak makalelerimde
gerekli olanı en kısa şekilde yazmaya, cümlelerimi gereksiz dolgu maddelerin-
den korumaya çalışıyorum.
Ama radyo konuşması yapacaksanız, sizden bunun tam tam tersi bekleni-
yor, 10 ila 30 dakika konuşmanız gerekiyor. Bilenler bilir, bu epey çetin bir iştir.
Aslında gazete makalesinin de, radyo konuşmacılığının da kendilerine
göre çok zor tarafları vardır, ve zorluk kişinin yapısına göre değişir. Mesela
18 Bir Büyükelçinin Düşünce Dünyası
benim gibi fikirleri öz haline getirip kısacık bir metinde anlatmayı seviyorsa-
nız kısa gazete makaleleri yazmak kolay gelir.
Ama örneğin, özellikle edebiyat okuma kültüründen geliyor iseniz, oza-
man yazılarınızı güzelce süsler, sayfalarca yazabilirsiniz.
Eğer edebiyat yapmazsanız, 20 dakikalık bir radyo konuşması 6 ila 8 say-
falık küçük bir tezdir, kısa bir konferanstır. 8 sayfalık fikir yazısı yazmak, en-
telektüel ahlak sahibi bir yazar için ciddi, sorumlu ve zor bir iştir.
Evet Aziz Dostlar,
Özellikle yazarlığa bir süre ara verip okumuş, tefekkür etmiş ve sonra
tekrar yazmaya başlamışsanız beyninizde olgunlaşmış, topluma taşırmak is-
tediğiniz yeni fikirleriniz, ikazınız, hatta çığlığınız vardır, bunlar beyninizden
beyaz kağıda kendiliklerinden taşar, yumuşacık dökülüverirler.
Zamanla birikiminiz azalır, gün gelir, zorla konu yaratıp yasak savmak
için yazmaya başlarsınız. Bu dönemde eğer ahlak sahibi iseniz gidip ansik-
lopedi ve arşiv karıştırır, bilgi makalesi yazarsınız. Aslında bu tip yazılar ya-
vandır, pek zevkli olmaz, zira fikirleriniz henüz olgunlaşmamıştır, tez haline
gelmemiştir, ısmarlama, zorlama fikirlerdir kağıda dökülen.
Topluma ille de transfer etmek istediğiniz, sizden fışkıran, engelleyeme-
diğiniz, tutkulu bir mesaj, kısacası tez değildir yazdıklarınız.
Tezler, entelektüel orgazm diyebileceğimiz, durdurulamayan, ruhumuz-
dan üfürdüğümüz fikirlerimizdir. Bu fikirler kağıda öyle dökülür ki, insan
onları boşaltınca rahatlar, büyük bir mutluluğa erişir. Ve kağıda dökülen eser,
bir kadının doğum sancısından sonra dünyaya getirdiği yavrusu gibidir.
Aydın’ın engellenemeyen bu tutkusu, verdiği muhteşem zevkten sonra,
aynı yasak ilişkide olduğu gibi, onun başına büyük dertler de açabilir.
Işte zevk için yazmak budur, insan tatmini bundan alır.
Bu noktada sizlere Mozart’ın hayatını anlatan 7 Oskar odüllü “Amadeus”
filmini hararetle tavsiye ediyorum.
Mozart’a bir opera sipariş edilir, kaparosu verilir, operanın sahnelenmesi-
ne kısa bir süre kalmıştır, fakat ortada ne nota, ne de hazırlık vardır. Alacaklılar
kapıya dayanınca Mozart “opera hazır” der. Notaları göster derler, işaret par-
mağıyla başını gösterir, işte burada der.
Aslında melodiler zaman içinde beyninde şekillenmiş, olgunlaşmış, kağıda
dökülecek hale gelmiştir. Artık oturup yazılıverecek hale gelmiştir koca opera.
Ve nitekim de kısa sürede yazılır, ünlü “Sihirli Flüt” operası böylece doğar.
Bu örnekle sizlere anlatmaya çalıştığım husus o ki, sanat eseri, önce sa-
natçının beynine bir çekirdek olarak düşer, zamanla filizlenir, olgunlaşır, ve
nihayet meyvenin olgunlaşıp daldan düşmesi gibi beyinden kağıda makale,
roman, resim, şiir veya nota olarak dökülüverir. Ve eser doğduğunda doğum
sancısı da biter.
Bu anlattıklarım tabii ideal sanat için, lezzet için.
Ama gerçek yaşam böyle değil.
Dünyada belki yüzbinlerce insan para için, ekmeğini kazanmak için sanat
yapmak zorunda. Ve mesela pek çok ülkede gazete yazarları her gün bir konu
bulmak ve mecburen yazmak zorunda.
Gerçekte ise, hiç bir beyin her 24 saatte bir orijinal fikir üretemez. Her
Allah’ın günü insanın ruhunda saplantılı, ille insanlığa taşırılmak istenilen bir
fikir oluşması ne mümkün? Hele hele bu fikrin orijinal olması?
Peki ozaman ne oluyor?
Ekmek parası için esnaflık oluyor yazarlık.
O nedenle Batılı ülkelerde sütun yazarları hergün yazı yazmıyorlar. Her-
gün yazabilenler ise gerçekten olağanüstü beyinler. Sürekli takip ediyorum,
onlar bile hergün orijinal olamıyorlar.
Aslında aynı sorun üniversite profesörleri için de geçerli. Öğretim üyeleri
de zamanla kendilerini yenilemezlerse, lise öğretmeninin eline tutuşturulan ki-
taptan ders anlatması gibi monotonlaşıyor, işi esnaflığa vuruyorlar.
İşte bu sorunun çözümü için Batı üniversitelerinin “sabbatics” denilen gü-
zel bir geleneği var. Yani bir profesörün bilgileri eskimiş, yaratıcılığı körelmiş,
kendisini tekrarlamaya başlamış ise, üniversitesi ona izin veriyor, başka bir
üniversiteye tam maaş misafir oluyor, emrine sekreter ve kütüphane veriliyor,
o da canı ne isterse o alanda sessiz sakin araştırma yapıp hem yalnızlık içinde
hayat muhasebesi yapıp kendisini dinliyor, hem de yeni bir boyut kazanıp,
beynini tazelemiş, yenilemiş oluyor.
İşte gazetecilik de böyle. Insan uzun süre okuyup birçok fikir geliştiriyor,
sonra belki bir iki yıl bu fikirlerini topluma zevkle sunuyor. Sonra içinden
tutkulu olarak fışkıran fikirler bitince işi esnaflığa vuruyor. Bu noktada insanın
yazmaya ara verip tekrar çok okumaya, yepyeni, orijinal fikirler geliştirmeye
ihtiyacı oluyor.
Ama ekmek kavgası, ne gazetecinin buna gücü yetiyor, ne de gazete bu
lüksü kaldırabiliyor. Onun için de fakir ülkelerde gazete makaleleri Batı ülke-
lerinin etkinlik ve orijinalliğine erişemiyor.
Evet sevgili dostlarım,
Belki konuşmamın gelişinden anladınız, ben de bir sabbatics yani tefek-
kür dönemine ihtiyaç duymaya başladım.
Yıllar içinde beynimde biriken mesajları boşaltıp rahatladım. Içimde bir-
şey kalmadı. Şimdi artık yeniden dolma zamanı.
Sizlere veda ederken bir borcumu yerine getirmeme izin verin, yaklaşık
birbuçuk yıldır yaptığım konuşmaların hiçbiri sansür edilmedi, kelimesine do-
kunulmadı. Bu nedenle Suudi Arabistan Radyo Kurumuna minnet ve teşekkür-
lerimi sunuyorum.
Ben de onların güvenine onurlu bir yanıt vermeye, bir Türk diplomatının
sorumluluğuyla ülkelerimiz ve halklarımız arasındaki muhabbetin artmasına
karınca kaderince katkıda bulunmaya çalıştım.
Bu çabalarımda bana yardımcı olan, radyo programcılığını öğreten Türk-
çe Yayın Dairesi Başkanı Cihat Reşat beyefendiye de minnet ve şükranlarımı
sunuyor, hepinizi Allah’a emanet ediyorum aziz dinleyicilerim.
Suudi Arabistan Cidde Radyosu
İslam Dünyası Ve Güncel Olaylar Programı