http://m.star.com.tr/acik-gorus/egitimde-devrim-bildigini-iyi-bilmek-hab...
Son günlerde tartıştığımız TEOG, iflas etmiş eğitim stratejimizin sadece küçük bir yansıması. Bulunacak çare eminiz, palyatif bir tedbir olacak. “Hükumetin en iyi niyetlerle modernleştirdiği altyapıya rağmen” fiilen iflas etmiş, çağdışı kalmış, “milli” bilinç vermekte bile topallayan eğitim artık yamalı bohça tarzı tamirlerle düzelmez.
Sorunlara kökten, radikal çözümler getirecek holistik, yani bütüncül yaklaşım gerek. Bir devrim gerek. Dünyanın en ukala, en iddialı eğitim politikası bizde. Öğrenciye her şeyi öğretiriz diyoruz. Hiçbir şey öğretmeden mezun ediyoruz. OECD ülkeleri arasında sonuncuyuz. Google çağında genç beyinleri ezber çöplüğü yapıyoruz. Bir hafta sonra unutulacağını bile bile ezberletiyoruz konuları!
Çözüm için konuya önce “eğitim politikası“ ile girelim. “Evleviyetle...
Bir burjuva en az 5 nesilde yetişir. Cumhuriyet kurulurken yüzde 90 köylü yüzde 90 okuma yazma bilmeyen bir toplum idik. Kısaca babam birinci nesil kentli ise 68 yaşında ben ikinci nesil, çocuğum üçüncü nesil kentli. Yani burjuvalaşma sürecindeyiz, ancak çocuğumun torunu gerçek burjuva olabilecek... Köy kökenlilikten kentsoyluluğa geçiş sürecinde değerler kargaşası, çatışması şiddetli olur, bir herc-ü-merc yaşıyoruz. Değerler oturmadan, bu alanda ulusal birlik sağlanmadan eğitim politikalarında ulusal konsensüs sağlamak çok zor.
Bu noktadan hareketle makul olan yaklaşım; müfredat, içerik politikalarını siyasetçilerin ferasetine bırakıp eğitime teknik yaklaşmak. Lise İngilizce öğretmenliği yaptım. Mülkiye’de diplomatik İngilizce hocalığı yaptım.
Lise sona gelmiş öğrencilerin hiç İngilizce bilmediklerini hayretle ve esefle müşahede ettim. O halde ilk işimiz: Bir örnekleme olarak İngilizce dersini araştırma konusu yapmak, devletin bu derste lise sona kadar beher öğrenci için ne masraf yaptığını saptamak, sonra da bu mantıksız, amaçsız, akıl dışı harcama konusunda ne yapılması gerektiğini düşünmek olmalı.
Hazmedilmiş bilgi
Konuyu biraz daha açalım. Bizim zamanımızda (60’lı yıllarda) lisede sanırım 17 konu vardı. Devlet öğrencinin beynine her şeyi sokacağım derken hiçbir şey sokamıyordu. Sınav için acele ezberletilen konular birkaç günde unutuluyor, hayatta yararlı, “hazmedilmiş bilgi” olamıyordu. Çözüm ne olabilir? Gençlik yıllarımda okuduklarımdan aklımda kaldığı kadarıyla eski Yunan’da spor vücut disiplini için, müzik ruh disiplini için önemli görülüyordu. Bunlara matematik, Türkçe ve tarih derslerini eklediğimizde iskelet olarak beş ana mecburi ders çıkıyor.
Bu ana, mecburi dersler 12 yıl boyunca her gün, tekrar tekrar okutulacak, öğrenciler “hazmedecek”, yüzde yüz öğrenecekler tüm konuları. Yani Türk milleti bildiğini iyi bilen millet olacak. Yaptığı işi mükemmel yapacak. En iyisini yapacak, mükemmeliyetçi disiplin ruhuna sinecek, İsviçreliyi geçecek. Günü kurtaran, baştan savan dalgacı olmayacak.
Ve mutlaka sportmen olacak. Ekran obezleri çağında… Şimdi gelelim diğer akademik konulara. Yani seçmeli derslere… Burada iki tılsımlı kelimemiz var: Heves ve yetenek. Öğrenciler beş mecburi ders dışında heves ve yeteneklerinin olduğu alanlarda kapasiteleri elverdiği sayıda seçmeli ders alacaklar.
Üniversite kapısına geldiklerinde; tembelliğinden veya kapasitesi yetmediği için yalnız beş mecburi ders alanlar ve birçok ilave, seçmeli ders alanlar olacaktır. Bunlar arasında tabiidir ki ek ders alıp başarılı olanlar tercih edilecektir. Sadece o da değil. Mesela tıp okuyacak öğrencinin biyoloji, kimya derslerini alıp başarılı notlar getirmesi tercih sebebi olacaktır, ama sanat dersinde, diyelim marangozluk vb. işlerde eli yatkın olanlar cerrahi alan için öncelik kazanabilecek, el yeteneği olmayan sakar bir öğrencinin ileride cerrah olması engellenebilecektir.
Önerdiğimiz sistemde beş ana ders dışında devlet imkanlarının elverdiği sayıda seçmeli ders konulabilir. Talep var ise çeşitleme 50 de olabilir, 100 de olabilir. Yeter ki yoğun talep olsun, devlet de o alanlarda öğretmen yetiştirsin. Bu sistemde üstün zekalılar veya yetersiz öğrenciler için özel teknikler de etkin şekilde kullanılabilecektir.
Türk halkı eğitimde fedakar
Kıvançla vurgulayacağımız husus, Türk halkı çocuğunun eğitimi konusunda çok yüksek bilinç sahibi. Onun için büyük fedakarlık yapıyor. Yavrusunun eğitimi için yılda yirmi, hatta otuz bin dolar okul taksiti ödemeye hazır aileler var. Bu talebi karşılayacak elit okullarımız da var. Bu özel okullar mükemmeliyet merkezleri olabilirler. Gel gelelim, müfredat dediğimiz çağdışı pranga bu okulların ayağını bağlıyor. Önerdiğimiz gibi sadece beş ders mecburi olsa, kalan zaman her okulun kendi önceliğine göre mükemmel şekilde değerlendirilebilir. Hem de çocuklar yarış atı yapılmadan, yorulmadan.
Öğretmen kalitesi malum
Şimdi de gelelim bir başka teknik alana… Maalesef öğretmen kalitemiz çok düşük. Çocuk “de/da” anlamında kısa okunan “dahi” kelimesini doğru öğrenip okula gidiyor, öğretmeninden, (hatta hatta profesöründen) “genius” anlamındaki “daaaahi” telaffuzunu duyunca eve gidip annesine hatalı, cahil olduğunu söyleyebiliyor. Ötesi; “de/da”, “ki” eklerini ayıramayan, tilki kelimesini til ki diye yazan şaşkınlar ülkesiyiz. Muhatap kelimesini muhattap olarak telaffuz eden lümpenler ülkesiyiz... Tekrar edelim. Bu hataları tahsilsizler değil, üniversite diplomalılar, siyasetçiler, hatta hatta profesörler, meşhur medya mensupları yapıyorlar. Ve cehaletlerinin farkına bile varmadan kendilerini elit sayıyorlar... Böyle eğitim olur mu? Öğretmen kalitesi malum, yerlerde sürünüyor. Bu sorunu teknoloji ile aşabiliriz.
Spor ve matematik en kolay alanlar. Bunlar evrensel konular oldukları için dünyanın en ileri teknikleriyle öğretilebilir. Dünyanın en iyi eğitimcilerine hazırlatılacak dersler odyo-vizüel programlarla verileceğinden artık öğretmen gerekmeyecektir. Öğretmen “instructor” yani anlaşılmayan konuları açıklayan ve çok güzel bir yenilik olarak günün konusunu heyecanlı bir tartışmaya açan “moderatör” olacaktır. Hatırlanırsa öğrenciler şu anda zaten bu alana girmiş durumdalar, internet artık “kolay, basit anlatıcı” hocaların, uzmanların bulunduğu bir forum oldu.
Müzik ağırlıklı olarak Türk müziği olacağından, evrensel metodolojiden kolaycılık yapılamayacak, uzmanlarımızca müzikteki evrensel teknolojinin adaptasyonu ile özel eğitim teknikleri geliştirilmesi gerekecektir. Evrensel öğretim metodolojisinin adaptasyonunda Türkçe ve tarih en zor alanlar olacaktır. Zira en milli alanlardır. Yine de eğitim biliminin evrensel metodolojisi içinde kalınarak teknolojiden etkin şekilde yararlanılacaktır.
Eğitimin amacına gelince…
Bilindiği gibi eğitimin iki klasik amacı vardı. Biri tek tip ulus yaratmak, ikincisi de devlete memur yetiştirmek. “Milli” dediğimiz eğitimin amacı tüm dünyada hala ulusal bilinç kazandırmaktır. Ama memur yetiştirme amacı, yerini kapitalizme yaratıcı beyin yaratmaya bıraktı. Demek ki artık önceliğimiz küresel rekabette geri kalmamak için yaratıcılık olacaktır.
Bir başka faktör: Okuma yazma artık iletişim ve algılamanın tek yöntemi değil. Okuma bilenlerin kaçı bırakalım kitabı, gazete okuyor acaba... Okulda zaten doğru dürüst bir şey öğrenemeyenlerin hayatta işe yarayan gerçek bilgiyi televizyon ve internetten edindiği bir gerçek. İnsan merak ettiğini kolay öğrenir, zor unutur. Kendi iradeleriyle televizyon izleyen insanlar “merak” ettiklerini izliyor. Mesela en hayati konu olan sağlık okulda yeterince yok. Ama televizyonların en çok izlenen programlarından. Okuma yakında çağdışı kalacak. Artık ses yazıya, yazı sese dönüşebiliyor, gazete makaleleri internette sesli dinlenebiliyor, hatta bunlar anında yabancı dile de çevrilebiliyor. Kısacası devletlerin okur/yazar oranlarıyla övünme dönemi artık geride kalıyor.
Maddeciliğin hızı
Ve nihayet dinci-laikçi kavgası… Fizik kanununda ip ucundaki şakül bir uçtan öbür uca salınır, yavaş yavaş ortada durulur. İnsanlar ve toplumlar da özellikle büyük geçiş dönemlerinde ekstremlere savrulur, sonra zamanla ortada durulur. Orta Çağ’da eğitim “din/mana” ağırlıklı idi, modernitede din suçlu görüldü, eğitim “madde” ağırlıklı oldu. Günümüzde özellikle dünya malına yeni uyanan ülkelerde maddecilik henüz hızını alamadı, radikalleşerek devam ediyor.
İlkokula başlayan insan yavrusunun fıtratında iki bacak vardır: Bu bacaklardan biri “madde”, diğeri “mana”dır. Maddeci ülkelerde ilkokula başlayan öğrencileri ellerinde keserle bekleyen öğretmenler karşılar. Ve hemen çocuğun mana bacağını yontmaya başlarlar. Çocuk ne kadar okursa bu bacak o kadar kısalır. Eğer üniversiteyi bitirirse mana bacağı yok olur, çocuk sadece madde olur, yani tek bacaklı, topal olur, ömür boyu buhranlar içinde kıvranır, yoga salonlarında, psikiyatrist kapılarında, haplarda çare arar.
Ülkemiz de dünya malına yeni uyanan, ona çılgınca saldıran geçiş döneminde insanlarla dolu olduğu için maddeci eğitime çılgınca sarılmış durumda. Bu çılgınlık, bu açlık tatmin edilmeden eğitimde şakülün ortada durulmasını beklemek, madde ile manayı, yani insan fıtratının iki asal niteliğini ahenkli olarak karşılayabilen bir müfredat için ulusal konsensüs beklemek gerçekçi olmaz.
Bunun için başta politik değil, teknik yaklaşım önerdim eğitim sistemimize. Uzmanlarımız siyaseti bıraksınlar, teknik olarak başarabileceğimiz alanlarda arayışlarını sürdürsünler. Daima en iyiyi arasınlar. Unutmayalım, Mozart’ı Mozart yapan dehası değil, “tutkusu” idi. Biz de konumuza tutku ile sarılırsak vatanımıza mutlaka etkin bir hizmette bulunabiliriz.Lise öğretmenliği günlerimde beynime kazınan milli servet israfı ve genç beyin israfı bana bu satırları kaleme aldırdı. Umarım ilgilenenlere bir nebze “düşünce maması” olur.